| |
|
|
Konserde uyunur mu?
Önce Anadolu Ajansı'nın verdiği haberi okuyalım. Sonra üzerine konuşuruz: Dinleyicilerinin konser sırasında "uyuması" bir müzisyenin şüphesiz en kötü karabasanıdır. Ancak Japon piyanist Mine Kawakami'nin İspanya'da verdiği konserde dinleyiciler, ' sıkıntıdan ya da yorgunluktan' değil ' huzurdan' uyuya kaldı. Madrid'deki konsere davetli 40 dinleyici, ayakkabılarını çıkardıktan sonra beyaz koltuklara uzandı. Kendilerini, 3 yaşında piyanoyla tanışan ve şu sıralar 27 yaşında olan Kawakami'nin çaldığı ritmik ezgilere bırakan dinleyiciler, kısa sürede uykuya daldı. Japon sanatçı konseriyle ilgili olarak, ' müziği bir ilaç gibi kullandığını' söylüyor: " İnsanların rahatsız edilmeyeceği, tersine rahatlayabileceği bir ortam bulmak gerek " diyen Kawakami, konser sırasında dinleyicilerine " yıldızlı bir gökyüzünün altında, sadece rüzgarın hafif esintisini dinletmeye " çalıştığını söyledi. İspanyol, Latin Amerika ve Arap kültürlerine ilgi duyan, ABD, Güney Amerika ve Avrupa'da birçok konser veren Kawakami, eserlerinde geleneksel Japon ezgileriyle klasik Batı müziğini birleştiriyor. Bu da dinleyicilerinin beyninde mutluluk ve rahatlama hissi uyandıran endorfin hormonunun salgılanmasını sağlıyor.
Evet haber böyle. Son yıllarda caza da el atan klasik müzik piyanistimiz Burçin Büke ile ne zaman bir araya gelsek buna benzer bir konuyu tartışırız. O sanatçının, konser öncesinde kendi repertuarını hazırlamak üzere özgür bırakılması gerektiğini ileri sürer. Ben de buna karşı çıkarım: Sanatçı konser vereceği ülkenin kültürünü göz önüne almalıdır. Bunu yapmayan sanatçıya müdahale etmek normaldir. (Ve karşılıklı örneklerle tartışma uzar gider.) Burçin Büke bir eseri " kendi içinde " değerlendirmemiz gerektiğini düşünür. Yani parçanın; " hüzünlü ", " neşeli ", " canlı " vesaire olmasını bir yana bırakacağız... Kendi içinde güzel mi, mesela iyi işlenmiş mi, sanatçı yetkin bir biçimde çalıyor mu; ona bakacağız. Ben de her parçanın neticede bir dinleyici topluluğuna hitap ettiğini. Dolayısıyla o topluluğun ruh haliyle ve genel kültürüyle etkileşime girdiğini söylerim. Diyelim ki 10 parçadan oluşan konserde, bir " bayık " parçaya tahammül ederim ama bayık parçaların sayısı üçü-dördü geçerse iş çekilmez hale gelir. Kawakami de bize bunu ispatlıyor işte. Uyandıran, neşelendiren, mutlu eden parçalar ve konserler olduğu gibi, "tatlı tatlı uyutan" ya da dinleyiciyi sıkıntıdan bezdiren parça ve konserler de vardır şu hayatta. Aslında bu herkesin bildiği ama müzisyenlerin inadı ve ısrarı yüzünden kabul edilmeyen, bilmezden gelinen bir noktadır.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın yöneticileriyle de bunu defalarca konuştuk. Her fırsatta, " Yabancı sanatçılara, Türklerin müzik zevkini anlatın, biraz canlı şeyler çalsınlar " dedim... Onlar da sanatçılara müdahale edemediklerini belirttiler. Ben de ısrar ettim: " Anlıyorum, siz hatırlatın, çıtlatın, laf arasında söyleyin; o bile yeter... " Çünkü, bunca yıldır konserlere giderim, tecrübeyle sabittir: Bir yabancı sanatçı ne zaman canlı, hareketli parçaları yorumlasa, daha fazla alkış alır, sahneye daha fazla tekrar çağrılır. Tabii bu, "bütün parçalar hareketli olsun" demek değildir. Önemli olan yavaş ve canlı parçaların hangi sıra ile dinleyiciye sunulduğudur. Eğer konserde ara verilmeyecekse, yüksekten başlayıp ortalara doğru ağırlaştırmak sonra tekrar hızlanıp konseri canlı parçalarla bitirmek en iyisidir. Eğer bana inanmıyorsanız denemesi kolay: Mine Kawakami hanımı Türkiye'ye davet edin. Kah uyutan, kah zıplatan deneme yapsın. Sonucu hep beraber görelim.
|