İki tarih
Kaderin bir cilvesiyle yakın tarihin farklı yıllarda gerçekleşen çok önemli iki olayı, 28 Şubat ve 1 Mart tezkeresinin reddi arasında bir gün var. Herhalde uzun yıllar bu iki olayın analizleri sürecek, yorumlar zaman içinde evrilecek ve farklılaşacaktır. Hangisinin daha derin bir kırılma noktası olduğu da tartışılacaktır. 28 Şubat'taki darbenin esasen iç politikaya bir müdahale, 1 Mart'taki tezkere reddinin ise bir dış politika konusunda yaşanmış olması bu bağlamda çok önemli değildir. Zira iki tarihin de gerek iç, gerekse dış politikada etkileri görülmüş ve yaşanmıştır. 28 Şubat sonuçta demokrasinin özgürlükçü ilkeleriyle pek arası olmayan bir siyasi akımı iktidara taşıdı. Zaten bu sürecin en anlamlı ironisi de ezmek istenilen akımın içindeki bazı grupların kendilerini bu sayede pederşahi yapılanmadan ve İslamcı siyasetin geleneğinden özgürleştirme imkanı bulmalarıydı. Bu kırılmanın önemli sonuçlarından biri de 2002 seçimleriyle kurulan hükümetin hem kendi iktidar alanını açmak, hem de meşruiyetini perçinlemek amacıyla AB sürecine dört elle sarılmasıydı.
İslamcı siyaset güçlendi 1 Mart tezkeresi de bir dış politika konusu olmakla birlikte Türkiye'deki sivil-asker dengesini, Kürt meselesinin tartışma parametrelerini ve Türkiye'de Batı'ya bakışı etkiledi. ABD müdahalesinin Irak'ta yarattığı yeni gerçeklik, özellikle Irak Kürtlerinin devletleşme süreci Türkiye'de büyük rahatsızlık yarattı. Bu da bir yandan toplumdaki Amerikan karşıtlığını arttırdı, diğer yandan da milliyetçi veya ulusalcı akımları güçlendirdi. Her iki olay da kökleri daha derinlere ve gerilere giden gelişmelerin ve oluşumların sonucuydu. Bu nedenle 1991'deki Körfez Savaşı'nın etkilerini ve sonuçlarını kavramadan, Türkiye'nin bölgedeki statükoya ne denli sıkı bağlı olduğunu görmeden ABD ile nasıl ters düşebildiği doğru tahlil edilemez. 28 Şubat ise yalnızca sivillerin demokrasiye bağlılıklarının zayıflığı, Silahlı Kuvvetler'in psikolojik savaşı, dönemin önde gelen şahsiyetlerinin kişilik özellikleriyle anlaşılamaz. İslamcı siyaseti çökertmek için başlatılan bir sürecin nasıl olup da İslamcı siyaseti güçlendirdiği toplumsal dönüşüme ve bunun siyasete yansıma biçimlerine bakmadan görülemez. Sonuçta 28 Şubat kendi amacının aksine Türkiye'de zaten gerçekleşecek bir iktidar kaymasını hızlandırmış sayılır.
AKP, yüz çevirdi Bu türden bir analizi ve mevcut düzen içinde iktidar partisinin konumlandırmak için Hasan Bülent Kahraman'ın Türk Sağı ve AKP adlı söyleşi kitabı bir cevher. Kahraman'a göre aslında muhafazakar olmayan "AKP kendisine ideoloji üretemedi." 28 Şubat krizi ve darbesi Anadolu sermayesini dipten sarstı. Bu kesim "Burada bir yol ayrımına geldik. Devletle çatışarak mı büyüyeceğiz, uzlaşarak mı?" sorusunu sordu. "Türkiye'de sermayenin devletle zıtlaşarak, çatışarak büyümesine imkan yoktur, bu söz konusu değildir. O zaman devletle uzlaşalım dendi." İktidar partisinin İslamileşmeyle ilişkisi konusunda ise Kahraman "AKP, İslami gelenekle yüzleşmemiştir. Fakat İslam'ı reddeden bir parti de değildir. AKP kendi gerçeğini kurulu düzenle, çekirdek devletle adım adım yüzleşmek suretiyle bulan bir partidir". Bu süreç ve devlete yakınlaşma kaygısıdır ki iktidar partisinin son dönemde AB'den yüz çevirmesine yol açmıştır. İktidar partisinin oportünizmi, milliyetçiliği de içselleştirmesine yol açmakta küçük harfli faşizm yaygınlaşmakta Kahraman'a göre. Bu durumda bir tercih anı toplumun önündedir zira "uzun tarihli Avrupa, bu Türkiye'yi taşımaz. Bu Türkiye'yi ancak Ortadoğu taşır. Fakat Ortadoğu'da bu cesamette bir Türkiye'yi taşımaz".
|