Bir konferansın anatomisi
Ankara'da hafta sonu gerçekleşen "Kürt sorunu" konferansına, Yaşar Kemal'in "Türk'ün Türk'ten başka dostu yokmuş. Türk'ün Türk'ten başka dostu vardır. Sevinsinler, rahat etsinler. Kürtler, Türklerin dostudur" cümleleri damgasını vurdu. Akademisyen, yazar, gazeteci ve siyasi figürlerin katıldığı konferans, ilginç ve daha önce görmeye alışık olmadığımız bir "yelpazeyi" bir araya getirdi. Bir yanda İnsan Hakları Derneği Başkanı Yusuf Alataş, diğer yanda eski MİT müsteşar yardımcısı Cevat Öneş ; bir köşede Fehmi Işıklar, diğer tarafta Ahmet Türk ; bir yanda Vedat Türkali, ötede PKK tarafından tehdit edildiği için sürgüne giden Kürtçe ustası Memed Uzun . Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve eski belediyeci Celal Doğan . Bir tarafta DTP'liler, diğer tarafta "Öcalan'ın iradesini istemiyoruz" diyenler. Yan yana Kürtler ve Türkler... Ankara'da düzenlenen iki günlük konferansı izleyemedim. Ancak gazetelerde çıkan notları, sunulan beyanları dikkatle okudum, daha sonra katılımcılardan tanıdığım isimlerle uzun uzun konuştum. "Türkiye Barışını Arıyor", aslında geçen yıl Başbakan Erdoğan'ın "Diyarbakır açılımı" öncesinde kendisini ziyaret eden " Aydınlar " inisiyatifinin bir uzantısı. Bu etkinliğin bence en önemli yanı, daha önce benzer konulardaki toplantılar gibi "DTP güdümünde" (ya da HADEP, DEHAP, DEP) olmayışı. Tüm katılımcıların söylediği, Kürt sorununun PKK ile arasına mesafe koymakta zorluk çeken DTP hareketinin tekelinde değil, bu kez farklı sesler tarafından tartışıldığı. Buna ancak sevinebiliriz. Çünkü Türkiye'de kamuoyu, Kürt meselesini PKK çizgisini savunan hareket ve kişilerle çözmeyi haklı olarak reddediyor; reddetmeye devam edecektir. Ama bu demek değil ki ortada tartışılması gereken toplumsal bir yara yok. Sonuç bildirgesi de bu konuda çeşitli öneriler sunuyor. Talepler, " özerklik " ya da " azınlık statüsü " gibi Türkiye'nin doğusunda ve batısında kamu vicdanında kabul görmeyen cinsten talepler değil. Bildirgenin dili biraz fazla " standart sol jargon " kurbanı. Ama talepler anlaşılabilir. Ancak konferansın başaramadığı, yine aynı şey: PKK'ya karşı tavır alamamak. Sonuç bildirgesi " silahlı çatışmaların karşılıklı olarak acilen durdurulmas ı"nı istiyor. Pardon? Burada yapılması gereken tek şey, PKK' nın " silahı koşulsuz bırakmasını istemek " değil mi? Kuşkusuz Türkiye'de demokratik haklar konusunda eksiklikler var ve son yıllarda alınan mesafeye rağmen " Kürt sorunu " devletin ve toplumun bir numaralı yarası. Ancak bir devlete kızdığınız için silaha sarılıp dağlara çıkmak, orada cinayet şebekesi kurmak, Antalya'da, Kuşadası'nda, Diyarbakır'da bombalı saldırı emirleri vermek, kabul edilemez bir şey. Türkiye'de devletin yaptığı hatalar için " hukuk yolu " var. Devlet düzeni, iyi kötü bir " hesap verme " konsepti üzerine kurulu. PKK'nın saldırıları ise yanında kalıyor. Bu yüzden derim ki, keşke katılımcılar "silahlar karşılıklı dursun" gibi devlet ve terör örgütü arasında yanlış bir " ahlaki eşitlik " denklemi kurmaktansa doğrudan PKK' ya " silahı bırak " çağrısında bulunabilseydi. Kuşkusuz devletin, hükümetin hataları var, olacaktır da. Yıllarca Kürt kimliği inkar edildi. Başbakan Erdoğan iki yıl önce "Kürt sorunu" dedi, şimdi "Kurban olam" söylemi çerçevesinde "terör sorunu" diyor. Ancak devleti ve hükümeti meşru zeminlerde eleştirme, gerektiğinde demokratik yollarda hesap sorma hakkımız var. Ya PKK? Bir hukuk düzeni çerçevesinde hareket etmediği için, PKK' yı frenlemenin tek yolu, bu tarz konferanslarda " silahı bırak " çağrısı yapmak. Türkiye'de Türk, Kürt " sessiz çoğunluğun " talebi bu. Aydınlar yüksek sesle "silahı bırak" desin ki, örgüt üzerinde bir baskı oluşsun... Yoksa yıllardır olduğu gibi, PKK'nın aydınlar üzerindeki baskısı devam eder.
|