| |
|
|
Önce gerçek, sonra hamaset
Bir olaya, bir soruna elbette çeşitli açılardan bakılabilir. Farklı çıkar ve ilgilere sahip gruplar, söz konusu olayı kendi pencerelerinden değerlendirebilir. Birinin ak dediğine, diğeri kara diyebilir. Tamam ama tartışırken hiç olmazsa sayılarda anlaşsak! Sayılar, rasyonel düşüncenin temelidir çünkü. Yorumlar o sayılardan hareketle yapılır. Mesela doların, lira karşısında değer kazanması iyi midir, kötü mü? Ekonomideki konumunuza bağlıdır vereceğiniz cevap: İhracatçı iseniz işinize gelir, ithalatçı iseniz iflas dahi edebilirsiniz. Hükümetseniz bu durum karşısında farklı konuşursunuz, muhalefetseniz farklı. Ancak o sırada değişmeyen bir şey vardır: Sayılar! "Bir dolar, şu tarih itibariyle, bu kadar liradır." Nokta!
Sadece bugünü değil, tarihi yorumlarken de rasyonel düşüncenin özelliklerinden yararlanmak şarttır: Olaylar nasıl bir seyir takip etmiştir ve söz konusu olaylara ilişkin sayılar nelerdir? Mesela geçenlerde Sarıkamış şehitleri (Aralık 1914-Ocak 1915) anıldı. Sıkça söylenen Sarıkamış'ta 90 bin askerin kurşun atmadan şehit olduğuydu. Enver Paşa'nın torunu Arzu Enver Sadıkoğlu, "Orada 18 bin askerimiz şehit oldu" diyor (Sabah, 1 Ocak 2007). Murat Bardakçı önce "75 bin kişilik ordu nasıl 90 bin şehit verebilir" diye sorduktan sonra, bu sayının 40 bin civarında olduğunu belirtmişti. (Hürriyet, 1 Ocak 2006) 18 bin de, 40 bin de başlı başına büyük sayılar. Ne yani, 90 bin değil diye, Sarıkamış'ta ölenler anılmayacak mı? Tabii ki anılacak. Ancak önce gerçekleri bilelim! Çanakkale Savaşı'ndaki şehit sayısı 66 bindir. Toplam ölü sayısı ise 110 bin civarındadır. Bunlar tüyler ürpenten sayılar. Tasavvur edebilmek için 55 bin kişilik Fenerbahçe Stadı'nı gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Peki '250 bin şehit' lafı nereden çıktı? Bilmiyoruz. Birileri bunu uygun görmüş. Yukarıda da belirttiğim gibi: Ne yani 250 bin şehit verilmemişse, sayı daha azsa, Çanakkale şehitleri anılmayacak mı? Ya da Çanakkale'nin önemi mi azalacak? Olur mu öyle şey? Geçenlerde siyasal tarihçi Cemil Koçak, Kurtuluş Savaşı'daki zayiatın (şehit+yaralı+kayıp+esir) 30 bin civarında olduğunu söyledi diye topa tutuldu. (Radikal, 13 Kasım 2006) Efendim Milli Mücadele'nin önemini azaltıyormuş. Sayı, diğer bazı savaşlara kıyasla azsa, olayın önemi de azalmaz ki! Tersine, "İyi ki daha fazla olmamış" diye sevinmek varken, niye abartmayı tercih ediyoruz?
Rasyonel düşünceyi sakatlayan bir başka yaklaşım da "Başka türlü olamazdı" iddiasıdır. Mesela geçenlerde birisi, erken cumhuriyet döneminde tek parti iktidarının zorunlu olduğunu yazıyordu. Elbette olaylara tarihsel bağlamı içinde bakacağız. Bugünkü değer yargılarımızı geçmişe yansıtırsak, saçma bir durum çıkar ortaya. Ancak şu soru geçerlidir: "Başka türlü olabilir miydi?" Evet olabilirdi! Tam da o günün şartları içinde olabilirdi. Gelin şartlara bakalım: Misak-ı Milli'yi ilan eden kim? Ocak 1920'de Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı (yani milletvekilleri) Kurtuluş Savaşı'nı yürüten organ kim? Türkiye Büyük Millet Meclisi. Dünya Savaşı'nın galip devletleri Lozan Antlaşması'nı kimle imzaladı? Büyük Millet Meclisi hükümetiyle. Demek ki neymiş: Ülkenin kaderini belirleyen en önemli, en hayati kararlar, halkın temsilcilerinden oluşan, çok sesli meclislerce alınmış. Hal böyleyken kalkıp da "Efendim, dönemin şartları itibariyle tek parti yönetimi zorunluydu" denebilir mi? Denemez. Zorunlu filan değildi, öylesi tercih edildi. Gerçeği mi arıyorsunuz yoksa nutuk mu atmak istiyorsunuz? Önce ona karar verin.
|