Baykal neden Lübnan'da?
BEYRUT
Geçen hafta siyasetin zirvesindeki kavga tüm hışmıyla devam ederken, birileri gelip "Pek yakında Deniz Baykal ve Tayyip Erdoğan'ı aynı amaç uğruna çabalarken göreceksin" dese, inanmazdım. Oysa Sosyalist Enternasyonal'in özel oturumu için Deniz Baykal'la birlikte Beyrut'tayız ve CHP liderinin nihai hedefi, bir hafta önce İran ve Suriye'yi turlayan Erdoğan'ınkinden pek farklı sayılmaz: iç savaş girdabına sürüklenen Lübnan'ı ayakta tutmak... Aslında sabahın kör karanlığında, CHP tarafından kiralanan özel uçakla Esenboğa'dan kalktığımızda, sohbet Çankaya ve erken seçimden açılmıştı. Ancak bir saat sonra Kıbrıs'ı geçip alçalmaya başladığımızda, Ankara koridorları yavaş yavaş flulaştı. Bir anda Ortadoğu'nun en medeni ve en dertli şehirlerinden birindeydik ve burada olup Beyrut'un hüzünlü büyüsüne kapılmamak elde değildi. Baykal'ı otelde karşılayan, Ortadoğu'nun efsanevi isimlerinden Dürzi lider Velid Canbulad oldu. Aradan geçen yıllar, toplantıya ev sahipliği yapan bu patlak gözlü adamın karizmasından hiçbir şey götürmemişti. Onur Öymen'in dikkatli bakışları altında Baykal, Hizbullah'ın hükümetten çekilmesinin sakıncalarından konuyu açtı. Canbolat, "Asıl mesele Hariri suikasti; uluslararası mahkemenin hala kurulamaması. Ne olduğu ortada. Soruşturma devam etse, Suriye'de üst düzey birilerine uzanacağı kesin." İş dış politikaya gelince Baykal son derece temkinli ve "dengeci" bir üsluba büründü. Bizim Dışişleri'ne yakışan bir refleksle "Ancak o zaman da Suriye destabilize olur, bölgeyi olumsuz etkiler" dedi. Canbolat ise "Ne yapalım. Adamlar bizi bir bir öldürüyor. Onlar destabilize olmasın diye biz mi ölelim" cevabını verdi. Aslında orada birkaç saat kalıp "iç geçirmemek" elde değildi. Biraz sonra yanımıza, geçen hafta oğlu bir suikaste kurban giden Lübnan'ın eski başbakanı Beşir Cemayel geldi. Ardından bodyguard'larıyla babasını kaybeden Saad Hariri dalıverdi lobiye. Cemayel'e, sımsıkı sarıldı. Kahve molasında, orta yaşlı bir bayan Baykal'a merhaba dedi. Tanıştıklarında kendisinin kabinede bakan olduğunu, kocasının ise suikastte ölen eski cumhurbaşkanlarından Rene Muawad olduğunu öğrendik. Odanın bir kenarında, tüm heybetiyle oturan sarışın kadın, suikastten zor kurtulan ünlü gazeteci May Chidiac'tı. Kısacası masanın etrafındaki birçok kişi, Lübnan'ın bağımsızlığı için bedel ödemiş insanlardı. Kızgındılar. Açıkça Suriye'yi suçluyor, ülkelerinden elini çekmesini, istiyorlardı. Genç Hariri, "Gün ışığında cinayet işleyenler, hesap sorulmadan kurtuluyor" diyordu. Canbulat, geçen haftaki suikasti hatırlatarak "Pierre en son öldürülen, ama hepimiz biliyoruz ki son kurban olmayacak" diyordu. Ben ise toplantı salonuna girmeden Baykal'ın Onur Öymen'e dediğini düşünmekteydim. CHP lideri, Yorgo Papandreu dışında fazla Avrupalının rağbet etmediği toplantının kokusunu hemen almış, "Onur, galiba Hizbullah karşıtı bir tezgahın içine çekilmeye çalışılıyoruz" demişti. Gerçekten de karşımızdakiler, yalnız acılı insanlar değil, Lübnan'daki Hizbullah karşıtı cephenin liderleriydi. Baykal ise Lübnan ve Ortadoğu'nun geleceğinde dengelerin değişeceğinden, Hizbullah ve Şiilerin yükseldiği bir dönemde Türkiye'nin alenen taraf olmasının sakıncalı olacağı düşüncesindeydi. Dedim ya, bir hafta önce Erdoğan ve Baykal aynı hedef için uğraşıyor deseler, hayatta inanmazdım.
|