| |
Herkesin kendi kuralı olursa bundan kavga çıkar...
Yıllar önce bir Amerikan gazetesinde okuduğum bir haberi hiç unutmam... Tam 60 yıldır hiç kaza yapmadan aracını kullanan şoföre, kentin belediyesi ödül veriyormuş. "Hiç kaza yapmadan 60 yıl şoförlük yapmayı nasıl başardın" diye sormuşlar. - Direksiyon başındayken trafikte bulunan benim dışımdaki bütün şoförlerin, kör, sağır, deli ve suç işlemeye eğilimli kişiler olduklarını varsayarım, demiş. Bu şoförün söylediklerinden etkilendiğim için, ben de direksiyon başındayken diğer araçların yapabilecekleri hatalara karşı hep hazırlıklı davranırım. 40 yılı aşkın süredir araç kullanıyorum. Sadece bir kez kaza geçirdim. İki yıl önce yerel seçim sonuçlarının açıklandığı gece yarısı bir televizyon yayını ertesinde İkitelli'den TEM'e girmiş, orta şeritten evime dönüyordum. Süratim 100 kilometre dolayındaydı ve otoyol bomboştu. Dikiz aynasına bakınca gözümde bir ışığın parladığını gördüm ve birkaç salise sonra arkadan gelen bir araç, herhalde 130140 kilometre süratle benim aracıma çarptı ve ortadaki bariyerlere attı beni. Bereket motorum stop etmemişti. Hemen direksiyonu toplayıp, yolun kenarına gittim. Bana çarpan araç da hurda vaziyette yolun kenarındaydı.
ARKA TARAFI GÖZLEMEK Arabadan indim. Benim aracımın bagaj bölümü arka koltuklara kadar girmişti. Yani akordeon olmuştu benim araç. Sonra çarpan aracın sürücüsünü çıkartmak için oraya koştum. Tam o sırada zom sarhoş olduğu belli sürücü, dudağında sigarası ve elinde cep telefonu ile çıktı araçtan. Bana "Özür dilerim, bir kazadır oldu" dedi. Sonrası malum. Trafik polisleri geldi, sabaha karşı benim araç taşıyıcıya yüklenip otosanayi sitesine götürüldü. Ben de sağ kaldığıma şükredip, gün ağarırken evime döndüm. Bu olayın bendeki etkisi ise, arkadaki araçların da öndekiler kadar tehlikeli olabileceğini anlamam oldu. Aslında gerek bireysel, gerek toplumsal ve gerekse siyasi ve diplomatik ilişkilere de, 60 yıl hiç kaza yapmayan şoförün baktığı gibi bakmayı mı denemeliyiz? Din de, ahlak da, meslekler de, hukuk da, insanlara ve toplumlara, bunlara uyulduğu takdirde kimsenin kimseye zarar vermeyeceği kuralları getirir. Ama sayısız nedenlerle, herkes ve her toplum, kendi kurallarını veya kural dışılıklarını da yaratır. Sonuçta savaşlar, kavgalar, anlaşmazlıklar, kazalar, cinayetler olur. Böyle durumlarda da, taraflar hep kendilerinin haklı olduklarını düşünürler. Kimse, herkesin uyması halinde bütün kötülüklerin önlenebileceği üst kuralları fazla düşünmez.
FARKLI KURALLAR Türkiye'nin siyasetindeki aktörlerin birbirleri ile ilişkileri de, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile süren ilişkileri de, herkesin kendisine özgü bir kuralı olmasından kaynaklanmıyor mu? Kimi "Rejimi Koruyacağım" diye anayasal demokrasinin kurallarını çiğniyor. Kimi "Demokrasiyi koruyacağım" diye, rejimin kurallarını görmezden geliyor.Sonuçta temel kuralı "Uzlaşma" ve "Birlikte yaşamak" olan demokratik rejim, birbirlerini gayrı meşru olarak gören kampların bitmez tükenmez kavgası üzerine oturtuluyor. Türkiye Kıbrıs'ta uluslararası hukuku kendine göre yeniden yazabileceğini sanıyor. Kıbrıslı Rumlar da, Kıbrıslı Türklerin fiili ve hukuki varlığını uluslararası hukuk kurallarına dayanarak yok sayabileceklerini zannediyorlar. Avrupa Birliği ise, Türkiye'nin üyelik "Şart"ını, Kıbrıs'a endeksli bir "Ültimatom" biçimine sokarak, hem Kıbrıs'ta çözümü, hem de Türkiye'nin üyeliğini iyice imkânsız hale getiriyor. Böyle durumlarda izlenebilecek iki yol var. Siz de kural dışılıkları olağan kabul edip, "Ben haklıyım" veya "Bizim taraf haklı" diyerek kavgalara katılırsınız. Ya da 60 yıl hiç kaza yapmayan şoför gibi, sizin dışınızdakilere karşı dikkatli olursunuz. Ama yine de hep arkanızı kollamanız gerekir.
|