| |
|
|
'Değer' nedir, bilir misiniz?
Burçin Büke sadece çok iyi bir klasik müzik (son yıllarda caza da el attı) piyanisti değil, aynı zamanda koyu bir G.Saraylıdır. Konserde ya da yurtdışı turnesinde değilse bütün maçları takip eder. Geçen gün Büke ile sohbet ediyorduk. Tartıştığımız konulardan biri Hollandalı Teknik Direktör Guus Hiddink idi. Hiddink dünya futbolunda yeri olan, önemli bir hoca. Çalıştırdığı takımların eskisinden daha iyi futbol oynamasını sağlıyor. Ancak Hiddink'in, bundan 15 yıl önceki F.Bahçe macerası hüsranla bitmişti. Peki niye? Acaba tecrübesiz olduğu için mi? Bakalım... 1946 doğumlu Hiddink o sırada 44 yaşındaydı. 1983-1990 arasında Hollanda'nın ünlü takımı PSV'yi çalıştırmış ve Avrupa Şampiyonu yapmıştı. F.Bahçe'nin ardından Valencia'yı ve Hollanda Milli Takımı'nı yönettiğine göre ' tecrübesizdi' demek pek yerinde olmasa gerek. Türkiye'nin Avrupa futbolunda bir handikapı var. 'Büyük' hocalar bize pek iltifat etmiyor. Bu durumda ya Fatih Terim, Mustafa Denizli örneklerinde olduğu gibi kendi içimizden birilerini çıkarmamız... Ya da ileride parlayacak bir yabancı hocayı keşfetmemiz gerek. (Mesela bugün Chelsea'nin başındaki Morinho'nun değerini, daha toyken anlayabilmek gibi...) Peki ayağımıza kadar gelmiş bir Hiddink'i niye teptik? Görünen sebep, Hiddink'in bizim için yeni bir oyun tarzını oturtmaya çalışırken farklı skorlarla maç kaybetmesi ve F.Bahçe yönetiminin de buna tahammül edememesiydi.
Ama bence daha derin nedenler var. Gelin ipuçlarını Hiddink'in piyasaya yeni çıkan ve 'İşte Benim Dünyam' adını verdiği anılarına bir göz atalım. Fanatik gazetesindeki habere göre Hollandalı, F.Bahçe'ye 10 sayfa ayırmış kitabında. Bazı bölümler şöyle: * "PSV'den 250 bin Mark alıyordum. Başkan Metin Aşık, 800 bin Mark ödemeyi kabul edince zaten teklifi geri çeviremezdim..." * "İmza aşamasına gelindiğinde hala paramı almamıştım. Başkan 'Merak etme, imzayı at, hallederiz' diyordu... 'Hayır' dedim. Yöneticileri dışarı gönderdi. 2-3 saat sonra gazete kağıdı içinde param geldi ve sonunda imzayı attım." * "İstanbul'a geldiğimizde ilk öğrendiğim kelime 'toplantı'ydı. Hep toplantı yapardık ama toplantıda hiçbir şey adam gibi konuşulmazdı. Kısa sürede herkes birbirinin boğazına sarılırdı. Kimse kimseye güvenmezdi." * "Türkiye'de teknik direktörün dediği olurdu. Ben aslında oyuncunun da bazen itiraz etmesi gerektiğine inanırım. Sonunda bir oyuncu kendi yorumunu yaptı ancak takım arkadaşları müdahale edip susturdu." * "Kontratımda, kadroyu benim kuracağıma dair bir madde vardı. Haftalar geçtikçe yöneticiler yanıma geldi.. Hepsinin kendi oyuncusu vardı. 'Benim oyuncum neden oynamıyor' diyorlardı. Hatta sigara kutusunun arkasına ilk 11'i yazan yönetici bile vardı..." * "Türk basını da acımasızdı (...) Bir bayan tesislere gelerek benimle tanışmak istediğini söyledi. Hatta beni ailesiyle de tanıştırmak istiyordu. Hiç art niyet aramadım. Almanca konuşuyordu. Evine gittim, kahve içtim, çıkarken kapıda flaşlar patladığında tuzağa düştüğümü anladım..."
Gazeteye sarılı paralar... Fikrini belirtemeyen oyuncular... Toplantı dahi yapamayan, 'kendi futbolcusu olan', teknik direktöre karışan yöneticiler... Kafalarını haberi 'yakalamak' için değil 'yaratmak' için çalıştıran gazeteciler... Böyle bir 'sistem', daha doğrusu 'sistemsizlik', Hiddink gibi hocanın değerini anlayabilir mi? Mümkün değil! Not: Eğer yukarıdaki yazıyı ' futbol yorumu' diye okuduysanız... Sınıfta kaldınız!
|