| |
Yargının imajı
Bugün çeşitli etkinliklerle kutlanacak "Dünya Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Günü"nün arefesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin düşündürücü bir açıklama yaptı. "Son yıllarda" bazı kişilerin başsavcı, savcı, ağır ceza başkanı, yargıç gibi unvanlar kullanarak çeşitli kişi ve kurumlara değerlerinin çok üstünde kitap ve Atatürk albümleri pazarladığını, derneklere bağış topladığını tespit ettiklerini bildiren Engin iki uyarıda bulundu: * Hiçbir hakim ve savcının bu işlere aracılık yapması yasal açıdan mümkün, etik açıdan doğru olamaz. * Hiçbir hakim ve savcının bu tür işlere kalkışması söz konusu olamaz. Açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla bazı dolandırıcılar özellikle işyerlerinin kapısını çalıp "Filanca hakimin selamı var", "Falanca savcının ricası var" gibi gözdağıyla para istiyorlar. Onlar da genellikle ses çıkarmadan cüzdanlarına veya kasalarına davranıyorlar. Bu tür dolandırıcılığın emniyet mensuplarının adları kullanılarak yapıldığını da biliyoruz. Peki sorun dolandıran mı, dolandırılan mı? İnsanlar hakim, savcı, emniyet müdürünün "ricasını" iletenlere neden genellikle kuzu kuzu boyun eğer? * Mahkemeye veya emniyete işi düştüğünde başının derde girmesinden çekindiği için mi? * Yargıda ve poliste bu tür uygulamaların "normal" olduğuna inandığı için mi? Elimizde bir fikir edinmemizi sağlayacak somut ve taze veriler var. Uluslararası Şeffaflık Örgütü iki gün önce aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 62 ülkeyi kapsayan "Yolsuzluk Barometresi"ni açıkladı. Kurumsal kirlenmenin yanı sıra "Küçük rüşvet" diye nitelenen "Bahşiş" veya "Çorba parası"nın günlük yaşamda yaygınlığının da araştırıldığı çalışmada, Türkiye'de 2.045 denekle yüz yüze görüşülerek elde edilen veriler şöyle: Halkın yüzde 70'i yolsuzluğun özel yaşamını derinden etkilediğini söylüyor, rüşvetin en yaygın olduğu kurumları şöyle sayıyor: Yargı, vergi, sağlık, eğitim, polis, parlamento (milletvekilleri), kamu hizmetleri (belediye)
Rüşvetin ürküten gücü Uluslararası Şeffaflık Örgütü Başkanı Hugette Labelle sonuçları açıklarken karamsar bir tablo çizdi: "Dünya genelinde yapılan bu araştırma, rüşvetin insanların hayatı üstündeki dramatik etkisini çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor. Korkunç bir gücü var rüşvetin. " Bu alarm hepimize. "Halkın temsilcileri, yurttaşlarının çıkarlarını kendi menfaatlerinin üstünde kabul etme öncelikli misyonuyla seçiliyorlar. Ama araştırma bu güvenin kötüye kullanıldığını ortaya koyuyor ve milletvekillerinin meşruiyetini tartışmalı duruma getiriyor. Halkın bu uyarısı dikkate alınmazsa, tüm demokratik süreç, hatta sistem tehlikeye girecek." Bu da belediye başkanlarından milletvekillerine kadar tüm seçilmişlere. "İnsanlar güvenlikleri için polise, suçluların cezalandırılması için de adalete ve yargıçlara güveniyorlar. Bu koruyucular yoldan çıkarsa, elbette insanlar kurumlara güvenlerini yitiriyorlar. Hatta bazıları adaleti kendileri yerine getirme (ihkakı hak) yoluna gidiyorlar." Ve bu uyarı da emniyet ile yargıya. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Engin'in "Hiçbir savcı ve hâkimin bu işlere tevessül etmesi söz konusu olamaz" inancına katılıyoruz. Ama sorun şu: Sadece Uluslararası Şeffaflık araştırmalarında değil, AB raporlarında da neden yargının temiz olmadığı belirtiliyor? Neden yargı mensupları alet edilerek bu kadar yaygın (Açıklamadan o sonuç çıkıyor) dolandırıcılık yapılabiliyor? En önemlisi; bu haksız izlenim nasıl temizlenecek?
|