
Ecevit'in en büyük sırrı...
OR-AN, 69/5'teki evden henüz taşınmamışlar... Sürekli oturmaya başladıkları, karşı sokaktaki "kütüphane ev" in yapımı henüz tamamlanmış. Bize, o güne kadar herkesten sakladığı, son günlerini geçirdiği "kütüphane ev" i dolaştırıyor. Yalnızlık ve sadeliğin zenginliği içindeyiz. Rahşan Ecevit, evin yarım kalmış işlerini tamamlamakla meşgul. Yaşamlarındaki iki vazgeçilmez, çay ve kitap aroması evi kaplamış. Bir süre dolaştıktan sonra Rahşan Ecevit, "Çay getireceğim" deyince öne atılıyorum.: "Mutfakta, bardaklar hazırlamışsınız, izin verirseniz ben getireyim." Rahşan Ecevit kararlı ses tonuyla, "Ben getireceğim" deyip mutfağa koşturuyor. Bülent Ecevit ile baş başa kalmış raflardaki kitaplara bakıyoruz. Bazı kitapları indirip, fotoğrafa bakar gibi anılarını aktarıyor. O güne kadar hep politik yaşamı üzerinde konuştuğum Ecevit, ilk kez kitaplar üzerinden özel yaşamının sırlarını aralıyor. Samimi ortama sığınıp, biraz da cesaretimi toplayarak söze giriyorum: "Sayın Başbakanım bir ricam var." Yanıtını beklemeden devam ediyorum: "Özel hayatınızla ilgili de konuşmak istiyorum." Her zamanki kibarlığı içinde yanıt veriyor: "Dilerseniz onu, daha sonra baş başa yapalım." Bir hafta sonra Özel Kalem Müdürü arıyor, "Sayın Başbakan sizi bekliyor" diyor. Sözünde duruyor, odasında baş başa sohbete başlıyoruz.
"Başarım ve başaramadığım" İlk sorumu yöneltiyorum: "1957'den beri siyasettesiniz, en büyük başarınız ve yapmak isteyip de başaramadığınız nedir?" İlk sıraya başarısını koyuyor: "Beni mutlu kılan, Çalışma Bakanlığım sırasında, yani 1963'te, işçi hakları hayalini gerçekleştirmeye katkıda bulunmamdır." "Henüz başaramadım" dediği olayı ise üç kelimeyle sıralıyor: "Tarım Reformu'nu gerçekleştirememek..."
"Sırrım, ayrıcalığım" "Rahşan Ecevit dışında size en yakın olan kim" sorusunu yönelttiğimde, duraksamadan yanıtını verip kahkaha atıyor: "Rahşan Ecevit'tir." Bir soru daha: "Keyif duyduğunuz anlarda şarkı söyleyip, ıslık çaldığınız oldu mu?" Düşünüyor, "Hayır" diyor. Birden gözleri ışıldıyor, "Hiç şarkı söylemem. Fakat benim çok büyük bir sırrım var" diyor. Çocuksu heyecan içinde, fısıldayan ses tonuyla, "İlk defa size açıklıyorum" diyerek aktarıyor: "Rahşan'ın müthiş bir şarkı belleği var. Hem Batı musikisinden, hem Türk halk müziğinden çok sayıda türküyü, şarkıyı ezbere bilir. Çok güzel sesi var. Ama yalnız bana söyler. O da benim en büyük ayrıcalığımdır." Sözlerini bu noktada durduruyor, sorularıma karşın daha ilerisini anlatmak istemiyor. "Hayatınızda 'Asla affetmem' dediğiniz bir kişi var mı" diyorum. Soruma gülerek karşılık veriyor: "Hayır yok. Zaten sık sık af yasası çıkarıyoruz." Sohbetimizde başka konulara da giriyoruz. Yanıtlıyor, ancak "Lütfen yazılmasın" diyor. İçinden sadece birine izin veriyor: "Siyasetin benim için bittiğini düşündüğüm an, liderim İsmet İnönü ile ayrı düşerek siyasal yaşamımı sürdürmemin kolay olmayacağını düşündüğüm andır. Ama öyle olmadı." Diğerlerini, sözümüz doğrultusunda o gün olduğu gibi yazmıyorum.
Alışmak kolay değil Üç saati aşan sohbetimiz bittiğinde o gün karşımda farklı bir Ecevit duruyor. Sıcak, sade, samimi, dürüst... Önceki akşam acı haber ulaştığında, hafızamda o günkü yüz hatları canlandı. Tarihin ak sayfalarına kanat çırpmaya başladığı; hastaneye kaldırıldığı tarihten bu yana tam 172 gün geçmiş. Ama içindeki ben ölümüne alışamamış.
|