"son yolcunun adı attila ilhan'dı"
İlk şiirim Kaynak dergisinde yayımlanmıştı. 1950'lerin ortalarında. Adı Dünyanın Bir Köşesinden Lucia'ydı. 1960'larda, dergilerde adım görünmeye başlayınca, o şiirden nasıl utanmıştım. Kötü mü kötü bir şiirdi çünkü. Şimdi hatırlamıyorum bile onu, tek dizesi aklımda değil. Ama utancım çoktan geçti. Ansam ansam, o şiiri sevgiyle anarım. Gülerek. Eğlenerek. Kaynak dergisinin o sayısından üç tane birden almıştım. Bu da eğlendirir beni. Lucia'nın temelinde Pia yatıyordu. Attila İlhan'ın ünlü şiiri. Asaf Halet Çelebi'nin Mariyya'sı, Özdemir Asaf'ın Lavinia'sı vardı. Benim Lucia'm niye olmasın! Bu özentiyle yazmıştım onu. Ama o özentiye yoğun bir de etki karışmıştı: Pia. Attila İlhan'ın şiirini ezber etmiştim. Necatigil'i, Dağlarca'yı, Külebi'yi, Cumalı'yı çok seviyordum. Ama Attila İlhan'ın yeri başkaydı. Şair olarak en çok ona benzemek isterdim o yıllarda. Sisler Bulvarı'nı neredeyse baştan sona ezber etmiştim. Yağmur Kaçağı'nın yayımlanışını ise eşi az bulunur bir sevinçle karşılamıştım. O yaşta kendi kitabım yayımlansa ancak o kadar sevinirdim. İki tane almıştım Yağmur Kaçağı'ndan. Biri kitaplığımda duruyordu, birinin de kasap kağıdından kapağını çıkarmış, katlamış, cebimde taşıyordum. Antep'te Kırkayak Bahçesi'nde Cevat Özer'e kimbilir kaç kere okumuştum. Attila İlhan'ın şiirlerini hep sevdim. Yalnız şiirleri değil, fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla, giyimkuşamı bile etkilerdi beni. Siyah bir balıkçı kazağı almış, bir de uzun atkı edinmiştim. O kazağı giyip atkıyı boynuma birkaç kere dolayınca, üstüne üstlük Pia'ya özenip bir de Lucia diye şiir yazınca, benden büyük şair yoktu.
Yıllar sonra tanıştım Attila'yla. Şiirlerim Pazar Postası'nda yayımlanıyordu. İkinci Yeni'nin filizlenmeye başladığı dönem. Bazı şiirlerimi de Seçilmiş Hikayeler dergisine göndermiştim. Yolum Baylan Pastanesi'ne düştü bir gün. Masalardan birinde Attila İlhan'ı gördüm. Bana, bir yerlerden tanıyormuş gibi baktı. Cesaret alıp masasına gittim. Tanıştık. Karşısına oturttu. " Seçilmiş Hikâyeler 'e gönderdiğin şiirleri okudum," dedi. Elini cebine attı. Benim şiirleri çıkardı. "Beğendim. Onları topluca yayımlamak, seni lanse etmek istiyoruz," dedi. Bir şair adayı için bundan büyük mutluluk olur mu! Şiirlerimi masaya, elini de şiirlerimin üstüne koydu. "Ama bir karar vereceksin," dedi. "Ya Pazar Postası ya Seçilmiş Hikayeler ." Elimi uzatıp şiirlerimi çektim. " Pazar Postası ," dedim. Kızmadı. Gülümsedi. Sonra biraz çene çaldık. Ayrıldık. Yıllar sonra dost olduk. İzmir'e yolum düştüğünde Demokrat İzmir'de hep ziyaret ettim onu. Beni Yeşilçam'a oyuncu olarak yollamak istedi. Karacan Yayınları'nı yönettiğim dönemde Fena Halde Leman'ı yayımlama mutluluğunu bana verdi. En sevdiğim şairler arasındaki yerini de hep korudu.
"Şiir bir yerde fiyakadır" demiştim bir konuşmamda. Olumlu anlamda söylüyorum, okuduğum şairler arasında en fiyakalısı Attila İlhan olmuştur hep (bir de Cemal Süreya ). Şiirin tadını onun kadar çıkaran, dizelerini boynuna doladığı uzun atkı gibi cakayla savuran pek az sanatçı var. Öyle olmasaydı, yazdıkları dilden dile dolaşabilir miydi? Bir de "ahenk" elbet. Kimi Sevsem, Sensin kitabının başında yer alan yazısında söylediği gibi, "ahenginden soyutlanmış şiir, üçüncü boyutunu yitirmiş, zavallı bir metine dönüşüyor; onu kimse ezberlemez, ezberleyemez; ezberlenemeyen şiirin nesiller boyu yaşadığı görülmemiştir." Attila İlhan'ın sesi, kendi deyimiyle "Türk kulağının onu dakikasında tanıdığı" bir sesti. Bu sesi hiç bırakmadı.
Yarın Attila İlhan'ın ölümünün birinci yıldönümü. Geçen yıl "yolunu tuttuğu" Aşiyan'da anılacak Nasıl Olduysa şiirinin bir dizesinde "kaç kere umutsuzluğun yolunu tuttum" diyordu. Elbet o da neredeyse bütün yazarlar gibi umutsuzluğun kapısına dayanmıştı. Ama şiir "binlerce umuttan belki bir umuttum" diye bitiyordu. Umutsuzluktan umut yaratan kaç sanatçı var?
|