ABD gözlemleri
Başbakan Erdoğan yarın Başkan Bush ile buluşacak. Recep Tayyip Erdoğan yalnız parti lideri değil aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanıdır. Yani Amerikan Başkanı karşısında Türkiye'yi temsil etmektedir. Bu nedenle de herhalde Cumhurbaşkanı Sezer bugün, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt da yarın yapacakları konuşmalarda Türkiye Başbakanı'nı ABD başkentinde zor durumda bırakacak mesajlar vermeyeceklerdir. Doğrusu da zaten budur. Yazık ki Başbakan Erdoğan ABD başkentinde fazla zaman geçirmeyecek. Buradaki dinamikleri anlaması, muhatabının nasıl bir siyasi iklimde yaşadığını görmesi, dünyanın geleceği açısından da hayli önemli bazı süreçlerin işleyişine tanık olması, sözü geçen bazı şahsiyetlerle sohbet etmesi epeyce yararlı olabilirdi. Yalnızca Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği açısından değil bundan sonra dünyada ne tür gelişmeler beklenmesi açısından da. Washington sıcak bir yazın ardından, yaklaşan Kongre seçimlerinin de etkisiyle fıkır fıkır kaynamaya başladı. ABD başkentini uzaktan izlemeye çalışmakla burada yaklaşık dört ay geçirebilmiş olmak arasında önemli bir fark var. Ülkenin siyasi nabzının nasıl attığını yalnız yazılıp çizilenlerden değil konuştuğunuz insanların ruh halinden, mimiklerinden, ruhsal durumlarından da takip edebiliyorsunuz.
Batan gemiden kaçanlar Dedikodular, fısıltı gazetesi, hangi isimlerin nerelere çağrıldıkları, kimlerin itibar görmediği gibi ipuçları sahnenin arkasıyla ilgili işaretler. Bu da alttan alta işleyen dinamikler, kaygılar, siyasi kavgaların gerçek niteliği hakkında insanın sezgilerini güçlendiriyor. Dahası Amerikan sisteminin hesap verme, hatalarını düzeltme mekanizmaları yavaşça da olsa harekete geçmeye başladı. Bush yönetiminin pilinin siyaset seçkinleri arasında tükenmekte olduğu açık. Irak savaşında gelinen nokta bunun en önemli nedeni. Batmakta olan gemiden kaçanlar, yanlış ata oynamış olduklarını düşünmeye başlayanlar mesafe almaya başlıyor. Tartışmalar, tam bir fiyasko sayılan Irak savaşıyla da sınırlı değil. Irak'ın bir felaket olduğunu aklı başında herkes kabulleniyor. Bu yönetimin devri kapandığında ABD'nin Irak'tan çekilmesine de yalnızca bir zamanlama meselesi olarak bakılıyor. ABD'nin sorunlarını hele de terörizm belasını askeri gücüyle çözemeyeceğini anlayanların sayısı artıyor. Uzun sürecek bir siyasi programın ve kapsamlı bir projenin gerekliliğine inananlar çoğunluğa ulaşıyor.
Savaş isteyen Cheney Asıl tartışılan, dış politika mücadelesinin odağını oluşturacak konu ise İran. Silahlı kuvvetler İran'a yönelik bir saldırıya sıcak bakmıyor . Daha önceleri İran ile temas kurmayı ağızlarına almayanlar, diplomatik yolların denenmesini öneriyor. Irak'ta savaşı desteklemiş olanlar " Bush Tahran'a gitse " diyebiliyor. Hemen tüm sistem İran ile savaş dışında bir çözüme gidilmesini savunsa da kimse bu konuda emin olamıyor. Zira son tahlilde kararı Başkan verecek. Gerçeklere göre mi, tarihe iz bırakma güdüsüyle mi hareket edeceği meçhul. Yardımcısının mutlaka savaş istediğine de inanıldığından kaygılar yerinde duruyor. Biraz da bu nedenle İran konusunda olsun, Ortadoğu barışı konusunda olsun etkili kuruluş ve şahsiyetler inisiyatif almaya başlıyor. Türkiye yazık ki herkesin teslim ettiği önemine rağmen bu tartışmaların merkezinde değil. Tarafı da değil. İlk elden akla gelmiyor . Zira genelde hep kendiyle meşgul, sürekli yakınan bir ülke olduğu intibaı veriyor. Dört ayın belki en üzücü mesajı da zaten buydu.
|