|
|
Güç askerde değil pazara hâkimiyette
Napoleon'un 1798'de Mısır'ı işgaliyle Ortadoğu'nun tarihi yüzyıllar boyu sürecek kanlı bir değişim sürecine girdi. Mısır'a "Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik" sözü vererek giren Napoleon'un yönetimi sadece 3 yıl sürdü. İngilizler, 1801'de Fransızları devirip yönetimi aldığında Mısır'da bu sözlerin tutulmasına yönelik bir tek eylem olmamıştı. Napoleon Memlükleri yenip Mısır'ı işgal ederken sadece 10 Fransız askeri ölmüş, 30'u da yaralanmıştı. Oysa Memlükler 2 binin üzerinde asker, 400 deve ve 50 silah kaybetmişti. Bugünün penceresinden bakınca Irak Savaşı'na benzeyen bir tablo. Müthiş bir askeri güçle yerel kuvvetlerin yenilmesi ama sonunda ülkede tam bir hakimiyet kurulamaması. Mısır'ın ardından sıra Filistin ve İran'a geldi. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda bölge tamamen Avrupalı güçlerin denetimindeydi ve Batılılar'ın kafalarına göre çizdikleri sınırlarla bölünmüştü. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından bu Arap coğrafyasının ortasına bir İsrail devleti oturtuldu , hem Yahudiler'e karşı yüzyıllardır sürdürülen kıyımın bir özürü olarak hem de petrol kaynaklarını güvence altına alacak ileri bir karakol olarak. Demek istediğim, bu coğrafya ve çatışma koşulları tamamen Batılılar'ın maddi çıkarları doğrultusunda belirlendi. Batı'nın yol açtığı gerilimlerin sonuncusuna İsrail-Hizbullah savaşı sırasında tanık olduk. Şimdi bu çatışmanın sürmesi, dahası yayılması tehditi var. Batı'nın kısa dönemde çıkarı ateşkes sürecinin devamında. Ayrıca yakın tarihten kayn aklanan bir sorumlulukları var. Uzun bir ayak diremeden sonra Avrupa Birliği ülkeleri, başta İtalya ve Fransa olmak üzere Lübnan'a asker göndermeyi kabul etti. Aynı gün Cumhurbaşkanı Sezer ise asker göndermeye karşı çıktı. Sezer, ulusalcı ve kökten laikçi tavırlarıyla eleştirdiğim bir isim. Ancak bu kez tavrının doğru olduğunu düşünüyorum. Niye mi? Öncelikle başta Başbakan Erdoğan olmak üzeri Türk yetkililer asker göndermeyi bölgede etkinliğimizi arttırma çabasına bağlıyor. Yani asker göndermeyi insani bir güdüden ziyade güç amacıyla yapmak istiyoruz. Real politik açısından anlaşılabilecek bir durum ama gerçeğe uyuyor mu, kesinlikle hayır. Çünkü; ilk başa dönelim. Lübnan'a yönelik İsrail saldırganlığı başladığında Roma'da acil bir barış zirvesi yapıldı. Türkiye bu toplantıya baskı sonucu kerhen davet edildi ve ciddi bir söz hakkı tanınmadı. Yani bize bölgede söz hakkı tanıyan yok, işin başından beri. Tanıması için neden de yok. Bölgeye asker göndermek isteyen tüm ülkeler küreselleşmiş ekonominin önde gelen aktörleri. Dev firmaları aracılığıyla bu bölge ekonomisinde söz sahibiler, pazarın güvenliği onlar açısıdan önemli. Türkiye ise böyle bir gücün sahibi değil. Ekonomik gücü olmayan bir ülkenin ise sadece barış gücüne asker göndermekle bölgede söz sahibi olması mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı dünya savaşları sonunda Avustralya'nın tüm barış masalarında başköşeye oturuyor olması gerekirdi. Hep söylüyorum, yine söyleyeceğim. Asker gönderirsek sadece Bush yönetimini memnun etmek için yapacağız. Bu işe destek verenlerin tek amacı budur.
|