|
|
|
|
|
Sünniler'in de hayran olduğu Şii
|
|
Irak mezhep savaşının eşiğine gelirken, Lübnanlı bir Şii lider, ezici çoğunluğu Sünni olan Arap coğrafyasını fethediyor. Onun adı: Hasan Nasrallah. İsrail'e kafa tutan adam. Gücü Lübnan sınırlarının çok ötelerine uzanan Nasrallah, hükümette görev almayı kabul etmiyor.
Nasrallah, Lübnan'da 'İran modeli İslami yönetim' kurmak için yola çıktı. Ancak bir süre sonra bu amacının üstünü çizdi. "Lübnan gibi çok etnikli, çok dinli, çok mezhepli bir ülkede sadece bir inanç sistemine dayalı yönetim kurmak hayalden de öte bir şey," diyerek.
Hasan Nasrallah 'can düşmanı' İsrail'deki siyasal gelişmeleri çok yakından izliyor. Ariel Şaron'un otobiyografisi ile eski Başbakan Binyamin Netanyahu'nun yazdığı Güneşte Bir Yer,başucu kitapları arasında yer alıyor.
Nasrallah, Irak'tan Lübnan'a döndüğünde tek hayali vardı: Bir gün ayetullah olmak. İlahi kelamın yorumcuları, müçtehitler arasına katılmak. Hatta -neden olmasın- milyonlarca Şii için taklit mercii olmak. Yani örnek alınacak insan.
"Zevk duyduğumuz ya da meraklısı olduğumuz için silah taşımıyoruz. Hem sonra, direniş bizim asıl mesleğimiz değil. O misyonumuz sona erdiğinde işsiz kalmayız. Çünkü sosyal programımızdaki hedeflere ulaşmaya ömrümüz bile yetmez." (Hasan Nasrallah)
O yaşamı değil ölümü; bu fani dünyayı değil öteki alemi yücelten bir inancın temsilcisi. O, kimilerine göre Lübnan'da hem barışın anahtarı hem de savaşın kilidi. O, yine kimilerine göre Araplar'a İsrail karşısında ilk zaferi kazandıran komutan. O, portresi binlerce ev, dükkân, klinik, okul, hatta sokağa asılı siyah türbanlı adam. O, Arap dünyasının kimilerine göre en tanınmış ve en sevilen, sözü en çok dinlenen Şii'si, kimilerine göre ise en ikiyüzlü dinadamıpolitikacı tipi. O, Seyyid Hasan Nasrallah... Lübnan Şiileri'nin en güçlü siyasal partisi ve tartışmasız en iyi örgütlenmiş milis gücü olan Hizbullah'ın şu sıralar dünya gündeminin başına oturmuş lideri.
29 Ocak 2004'te Almanya'nın Köln Havaalanı'nda, Soğuk Savaş döneminde Batı ve Doğu haberalma servisleri arasındaki takaslara taş çıkartan bir pazarlığın son sahneleri yaşandı. İsrail, 2000 Ekim'inde Hizbullah'a esir düşmüş, daha sonra tutuldukları yerde -kim bilir nasıl- can vermiş üç askerinin cesedi ile ihtiyat albay ve işadamı Elhanan Tanenbaum'a karşılık 23 Lübnanlı, 400 Filistinli ve İslamiyet'i seçmiş -Hizbullah üyesi olmakla suçlanan- bir Alman'ı serbest bıraktı. İsrail'in salıverdikleri arasında gerek Hizbullah'ın, gerekse Filistin direnişinin lider kadrolarında görevli olanlar da vardı. İsrail ile Hizbullah arasında üç yıldan fazla süren ve epeyce elçinin devreye girdiği pazarlık sonucunda özgürlüklerine kavuşanlar bir Alman askeri nakliye uçağıyla Beyrut'a götürüldü. Hepsi bu değil; İsrail, çatışmalarda can vermiş 60 direnişçinin cenazeleri ile Güney Lübnan'da mayınladığı bölgelerin ayrıntılı haritalarını Hizbullah'a teslim etti.
HİZBULLAH'IN KALESİ BEYRUT Alman uçağının Beyrut üstünde görünmesiyle birlikte binlerce havai fişek ateşlendi, limandaki tüm gemiler ve kentteki tüm araçlar düdüklerini, sirenlerini, kornalarını çalmaya başladı. Ellerinde Lübnan ve Hizbullah bayraklarıyla bir milyonu aşkın kalabalık, havaalanını kente bağlayan ve oradan da Hizbullah'ın kalesi Güney Beyrut'a uzanan yolları doldurdu. Hepsine yeni takım elbiseler verilmiş olan tutukluları uçağın merdivenlerinde Lübnan Bakanlar Kurulu'nun tüm üyeleri, Müslüman ve Hıristiyan dini liderler, Vatikan, AB ve Almanya büyükelçileri, BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın özel temsilcisi alkışlarla karşıladı. Ve de elbette Ortadoğu tarihinin bu en akıl almaz öyküsünün baş kahramanı, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah da. İsrail medyası "Tarihimizin en utanç verici günü,'' manşetlerini atarken, Arap medyasının "Yeni Nasır,", "Araplar'ın gururu," diye yere göğe sığdıramadığı Nasrallah, karşılama töreninde "Yeni takaslar için yeni İsrailliler kaçıracağız. Ancak bu kez asla öldürmeyeceğiz," diyordu ve ekliyordu: "Araplar, kardeşlerim; düşmanımız da olsa İsrailliler'e saygı duyun: Çocuklarımıza, kardeşlerimize bu kadar iyi baktıkları için. Şehitlerimizi de bize eksiksiz teslim edecek kadar iyi korudukları için." Elbette tarihe geçecek kadar büyük bir olaydı bu ama Nasrallah daha önce de İsrail'le -hemen tümü ölülerin değişimiyle sınırlı birkaç takas daha yapmıştı. Hatta onların birinde "Gözbebeğim," dediği en büyük oğlunun cenazesini de teslim almıştı. Oğlu? Öyküyü baştan anlatmamız, makarayı başa sarmamız farz oldu.
BAKKALIN 'SEYYİD' OĞLU Her ne kadar militanları, Peygamber soyundan geldiğini ima etmek için ondan 'Seyyid' diye söz etseler de Hasan Nasrallah, 1960 Ağustos'unda Doğu Beyrut'un Burc Hammud mahallesinde bir bakkalın oğlu olarak dünyaya geldi. Suriye milliyetçisi olan babası pek dindar sayılmazdı. 1975'te Lübnan iç savaşı patlak verince (1990'a kadar sürecek olan dinler ve mezhepler arası hesaplaşma, dört milyon nüfuslu Sedir Ülkesi'nde 146 bin can alacaktı), ailesi Güney Lübnan'da, Sur yakınlarındaki Basuriye köyünde atalarının yaşadığı eve sığındı. Nasrallah o dönem Lübnan'daki Şiiler'in hem siyasal hem de milis gücü olan Emel örgütüne işte o köyde katıldı. Emel, Şiiliğin en büyük, neredeyse kutsal ailelerinden El-Sadr'ın bir üyesi, İmam Musa El-Sadr tarafından kurulmuştu. (Musa El-Sadr, 1980'lerde Muammer El Kaddafi ile görüşmek için gittiği Libya'da esrarengiz şekilde ortadan kayboldu. O günden bu yana ne gören var, ne duyan. Hasan Nasrallah köyde bir karar daha verdi: Kendini dine adayacaktı. Bu tercihinde rastlantı sonucu tanışıp dikkatini çekmeyi başardığı din alimi Muhammed El-Garavi'nin büyük etkisi vardı. Yakın çevresinin anlattığına göre, o yıllarda okulda arkadaşları top oynarken, o bir köşeye çekilip derin, tasavvufi konuların işlendiği dini kitaplar okuyordu. 16 yaşında elinde Muhammed El-Garavi'nin tavsiye mektubuyla ama beş parasız Şiiliğin merkezlerinden Irak'taki Necef kentine gitti. Tavsiye mektubu en büyük Şii lider Ayetullah Muhammed Bekir El- Sadr'a hitaben yazılmıştı. Ayetullah El-Sadr mektubu okuduktan sonra onu okulunun Lübnanlı hocalarından Abbas Musavi'ye emanet etti. Kısa sürede can dostu oldular. Kaderlerini birleştirdiler. O yıllarda Ayetullah Humeyni de Necef'te sürgün hayatı sürüyordu. Hasan Nasrallah, onunla tanışmasını bugün bile coşkuyla, ağlayarak anlatıyor. Irak'ın astığı astık, kestiği kestik lideri Saddam Hüseyin, 1978'de tüm Şii din adamlarını ve de öğrencilerini 'Potansiyel düşman' ilan etti. Bu karardan sonra insan avı başlatıldı: Yüzlerce dinadamı tutuklandı, işkenceden geçirildi, öldürüldü. Humeyni, sınırdışı edilip Fransa'ya gönderildi. En büyük dini lider Ayetullah Muhammed El-Sadr, tutuklandıktan iki yıl sonra kurşuna dizildi. Canlarını kurtarmayı başaran Hasan Nasrallah ile Abbas Musavi vatanlarına döndü. İç savaşın kasıp kavurduğu Lübnan'a. Savaşta yeni yeni gruplar adını duyurmaya başlamıştı: İslami Cihad, Dünyanın Yoksulları, Devrimci Adalet Örgütü gibi... Batılı istihbarat örgütleri Nasrallah'ın bu örgütlerin o dönem yüzlerce Batılıyı ve binlerce Lübnanlı Hıristiyan'ı kaçırmalarında, hatta dünyanın ilk intihar saldırılarında parmağı olmasından kuşkulanıyorlar. - 11 Ekim 1982'de Sur'da bomba yüklü bir aracın garnizona dalarak 90 İsrail askerinin ölümüne yol açmasından... - 18 Nisan 1983'te Beyrut'ta ABD Büyükelçiliği'ne yine bomba yüklü araçla yapılan eylemden. Bilanço: 17'si Amerikalı 63 ölü. - 23 Ekim 1983'te Beyrut'ta Amerikalı deniz piyadeleri ile Fransız paraşütçülerin bulunduğu kışlaya bombalı araçla yapılan saldırıdan. Onun bilançosu müthiş ağır oldu: 58 Fransız askeri ile 241 Amerikalı deniz piyadesi öldü. Her ne kadar bu saydığımız eylemlerin tümünü yıllar sonra Hizbullah üstlense ve yine yıllar sonra 2001'de ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Armitage, "Onun bize bir gün mutlaka ödeyeceği bir kan borcu var," dese de resmi biyografisine göre Nasrallah ne iç savaşa katıldı ne de intihar saldırılarına. O, Güney Lübnan'da, Abbas Musavi'nin medresesinde din dersleri verdi. Ta ki 1982'de İsrail ordusu Güney Lübnan'ı işgal edinceye kadar... İşgalle birlikte Musavi ve Nasrallah, Emel örgütünden ayrıldılar. Çok daha radikal ve gözü kara bir örgüt kurdular: Hizbullah. İran'ın parası, silahları ve iki bini aşkın devrim muhafızının 'teknik' yardımıyla. O nedenle de Lübnan'da cirit atan yabancı kökenli ya da destekçi örgütler listesine Suriye destekli İran ürünü olarak not edildi. Örgütün başkanlığını Musavi üstlendi.
32 YAŞINDA LİDER OLDU Aradan 10 yıl geçti. Hizbullah'ın bir yandan düzenli milis gücünü oluşturmaya çalıştığı, bir yandan da İsrail işgal güçlerine karşı pek de önemli sayılmayacak intihar saldırılarıyla adını duyurmaya çalıştığı 10 yıl. Ve 16 Şubat 1992: Musavi, eşi ve üç yaşındaki kızıyla Güney Lübnan'dan Beyrut'a dönerken, dağ yolunda bir İsrail helikopterinin fırlattığı Amerikan yapımı 'Hellfire' füzesiyle havaya uçan araçlarında yanarak can verdiler. Bu ağır darbeyle sarsılan Hizbullah, yitirdiği liderinin yasını tutarken, İran dini lideri Ayetullah Ali Hameney'den 32 yaşındaki Nasrullah'a bir mesaj geldi: Örgütün başına onun geçmesini istiyordu. Bir eski dostunun "Seyyid'i hayatında bir kez ağlarken gördüm; Musavi'nin ölümünü öğrenince," diye anlattığı Nasrallah'la Hizbullah öylesine köklü bir değişim geçirecekti ki İsrail bir süre sonra Abbas El-Musavi'yi ortadan kaldırdığına pişman olacaktı. Çünkü Nasrallah bir yandan Hizbullah'ı Lübnan siyaset sahnesinin en önemli aktörlerinden biri olmasını sağlayacak partiye dönüştürürken, bir yandan da 'İslami direniş' adını verdiği milis gücüyle İsrail işgal güçlerine katlanamayacakları derecede ağır kayıplar verdirecekti. Katlanamadılar da zaten. Hizbullah saldırılarında 900'ü aşkın askerini yitiren İsrail ordusu, 25 Mayıs 2000'de Güney Lübnan'dan çekilmek zorunda kaldı. Bu, 'Yenilmez İsrail'in ilk yenilgisi oldu. Ya da Araplar'ın İsrail karşısında ilk zaferi. Ve de ülkesini işgalden kurtaran sadece 40 yaşındaki Hasan Nasrallah'ın ise 'Ortadoğu'nun büyük liderleri' arasına katılması... Hem de ne tanımlamalarla: 'Siyasal deha', 'Eşi zor bulunur örgütçü', 'Devlet adamlığı kumaşı olan dinadamı', 'Lübnan'ın en karizmatik adamı.'
Ama bu zaferi kazanmak için o da ağır bir bedel ödedi. 1997'de en büyük oğlu olan 18 yaşındaki Hadi, işgal güçlerine karşı bir saldırıda hayatını kaybetti. Oğluna sonsuz bir sevgiyle bağlı olan Nasrallah onun cansız bedenini teslim aldığında çok sarsıldı ama duygularını zerrece dışa vurmadı. Hatta "Binlerce Lübnanlı gibi ben de bir şehit babası olmakla gurur duyuyorum," diyerek günlük programını bile değiştirmeyi reddetti. Militanlarına hitaben yaptığı konuşmada, "Ölümlerin en güzel bir kutsal dava uğruna canını vermektir. Ne mutlu ki oğlum şehadet şerbetini içti. Ne mutlu bana ki bir şehit babası oldum. Bugün yas değil, bayram günüdür," dedi. Ama bir süre sonra Hadi'sini ne kadar özlediğini, onun yokluğunun kendisini hergün binlerce kez manen öldürdüğünü itiraf edecekti. Gözyaşlarını güçlükle gizleyerek.
24 SAAT KORUNUYOR "İslam'a gölge düşürüyor ve dünyaya kötü gösteriyor," dediği El-Kaide örgütüne ve kurucusu Usame Bin Ladin'e zerrece sempati duymayan Hasan Nasrallah, bugün eşi ve üç çocuğuyla Beyrut'un Şii nüfusun yoğun olduğu güney bölgesinde, mütevazı bir evde 24 saat koruma altında yaşıyor. "24 saat hedefte olduğumu biliyorum ama bu başımı yastığa koyunca deliksiz uykuya dalmama engel değil," diyor. Evinin adresi ise "Gevezeler diyarı Beyrut'un en iyi korunan sırrı," diye anlatılıyor. Dahası çok yakınında yer alan birkaç kişi dışında Nasrullah'ın eşini ve 26, 21 ve 16 yaşlarında olduğu sanılan üç çocuğunu tanıyan yok. Belki inanmayacaksınız ama annesini, babasını, sekiz kız ve erkek kardeşini gören de yok. Hatta yaşayıp yaşamadıklarını bilen de. Hizbullah, bugün Lübnan'ın Müslüman nüfusunun yüzde 40'ını oluşturan Şiiler'in en güçlü siyasal temsilcisi. Parlamentoda dokuz milletvekili ve hükümette iki bakanı yer alıyor. Ancak Lübnan'da hiçbir siyasal kararın ona danışmadan alınamadığı, gücü o minik ülkenin sınırlarının çok ama çok ötelerine uzanan kısa boylu, tıknaz, gür siyah sakalları ve bıyığı özenle taranmış Nasrallah ne parlamentoya girmeyi kabul ediyor ne de hükümette görev almayı. Bu tercihinin gerekçesini bir mülakatta gülerek şöyle açıkladı: "Bir hükümet üyesinin özgürce dolaşabilmesi, yurtdışına gidip gelmesi gerekiyor. Ben çıkamam. İsrailliler sürekli tetikte bekliyorlar. Aramızda epeyce eskiye giden bir kan davası var."
|
|
|
|
|
|
|
|
|