Cehennem kapıları
Sivillerin, Lübnan'ın kırılgan istikrarının, Filistin'de ayakta durmaya çalışanların, İsrail'de barış için gayret gösterenlerin kurban edileceği bir oyun başladı. Herkes zarını attı. İlk hamlesini yaptı. Bundan sonraki zarların nasıl geleceği bilinmediğinden gelişmeleri tümüyle öngörmek mümkün değil. Bu kâbus bittikten sonra bölgede herkesin siyasetini gözden geçirmek zorunda kalacağı bir dönem başlayacak. Ancak bunun hangi vadede gerçekleşebileceğini kestirmek zor. Dahası Irak her geçen gün parçalanmaya ve külliyen iç savaşa kayarken siyasetin düzen kurmada ne ölçüde başarılı olabileceği kuşkulu. Dünyanın en güçlü devletinin yönetimi son krizde basiretsizliğini bir kez daha sergiledi. Durumun vehametini kavramadığından 17 gün boyunca Gazze'de olanlara seyirci kaldı. Başkan Bush, Lübnan konusunda Arap yöneticileriyle ilk kez cuma günü konuşmayı akıl edebildi (Başbakan Erdoğan'ı aramadığını da akılda tutmakta yarar olabilir). ABD'nin hatalarından, Irak'ta içine düştüğü sefil durumundan yararlanan bölgesel güç İran ile geçen seneki sıkıntısını aştığına inanan Suriye, Hamas üzerinden güç gösterisi yaptı. Bunu sürdürecekler.
İflas etmiş siyasetin sonucu Desteklemek durumunda oldukları Hizbullah'ın saldırısından ise önceden haberdar olup olmadıkları şu anda belli değil. Hizbullah, Lübnan halkının hoşlanmadığı, karşı olduğu bir hamle yaparak İsrail saldırısını davet etti. Üstelik Birleşmiş Milletler tarafından kotarılmış bir anlaşmayı da ihlâl etmiş oldu. Bu şekilde içinde yer aldığı Lübnan hükümetini takmadığını gösterdi. Lübnan'da oturan Türk diplomat Timur Göksel'in deyimiyle "kendisini Lübnan siyasetinden ayırdı". Bu tutum Lübnan'daki Suriye karşıtı cepheyi tahrik edeceği gibi, Lübnan siyasetinde daha önce iç savaşa yol açmış fay hatlarını da tetikleyebilir. Olayların bundan sonraki akışını kimsenin tam anlamıyla kontrol edemeyeceği de hesaba katılırsa, Suriye de girdaba kapılabilir. İsrail'in oransız ve Genel Kurmay Başkanı'nın beyan ettiği gibi acımasız harekatları bir çaresizliğin tezahürü. Kullanılan askeri gücün dozu, iflas etmiş siyasetlerin yarattığı sinir bozukluğunu yansıtıyor . Bugüne dek başarısız kalmış, "şiddetle Filistinlileri sindirme" politikasının bu koşullarda kalıcı şekilde başarılı olması mümkün değil. Zaten İsrail ordusunu ve siyasetini en çok rahatsız eden unsur tüm askeri gücüne rağmen bu ülkenin caydırıcılığının erimesi.
Tahran'ın etkisi her yerde Bugün kullanılan ölçüsüz şiddetin bu caydırıcılığı yeniden sağlayacağını düşünmek geçmişten ders alınmadığını gösteriyor. Bu bağlamda Filistinlilerin zayıflığı hep olduğu gibi şimdi de en önemli güç kaynakları. İsrail'in Hamas'a yönetim imkânı tanımaması, Filistin'de iç savaşı ve düzensizliği tahrik edici politikalar uygulaması geri tepti. Filistin yönetiminin otoritesinin yok edildiği bir ortamda radikaller güç kazandı. Şiddet yegane araç olarak yine ön plana çıktı. İran'ın Şii kimliğini kırarak Arap kamuoyları indinde kazandığı sempati, yaşananları daha da karmaşık hale getiriyor. Tahran, ABD ile hesaplaşmasını Filistin ve Lübnan üzerinden yapmakta beis görmüyor. Elindeki tüm araçları Suriye ile birlikte Hamas ve Hizbullah üzerinden kullanıyor. Irak'taki gücünün ise boyutları ortada. Bu keşmekeşten çıkmanın aslında tek yolu var. Tüm tarafların katılacağı bir Ortadoğu zirvesi. Bunun için ABD'nin hoşlanmadığı taraflarla doğrudan konuşması gerekiyor. Bu yönetimden ise böyle bir akılcılığı beklemek için pek neden yok.
|