Hamas ve gençlere yalan söylemek
Sovyet İmparatorluğu, yalan ve propaganda üzerine inşa edilen bir düzenin, aynı yalan ve propagandanın ağırlığı altında ezilmesiyle bitti. Türkiye'de birçok aydının, "eşitlik" ve "kardeşlik" sloganlarına kanıp Moskova'ya hayranlıkla baktığı yıllarda, Rus aydınlar baskı ve yalandan kurtulmak için kıvranıyor, Politbüro ve getirdiği değerler sistemine her geçen gün büyüyen bir nefretle bakıyordu. Glasnost döneminde okuduğum bir şiirden çok etkilenmiştim. Sovyet şairi Yevgeni Yevtuşenko, "Gençlere yalan söylemek yanlıştır/ Yalanların doğru olduğunu göstermek yanlıştır/ Yeryüzünde işlerin yolunda gittiğini söylemek yanlıştır/ Gençler ne demek istediğinizi anlar/ Gençler halktır" diyordu. Şiir, darbe sonrası 80'lerin Türkiye'sine de "cuk" oturuyordu. Kafası siyasete ermeyen tıfıl bir öğrenci olarak bile şunu anlamak zor değildi: Baskıya meyilli rejimler, halklarına yalan söyler; iyi rejimler, açıktır, şeffaftır. Yıllar sonra değer verdiğim bir komutan, almak zorunda kaldığı güç bir kararı açıklarken "Ama gerçek buydu. Zarar göreceğimizi bilsek bile yalan söyleyemezdik. Gerçek, acı bir şurup bile olsa içmek zorundayız. Yoksa itibarınız, şerefiniz kalmaz" deyince etkilenmiştim. Komutan, "yalan söylememek" gibi temel ahlaki değerlerin yıpranmaya başlamasından yakındı. Bu, benim de Türkiye'yle ilgili en büyük korkum. Demokratik değerlerin özünde de şeffaflık yatar. Yalan, hele de kamuoyu önünde söylenen bir yalan, demokrasinin özünü ve şeffaf toplumu ayakta tutan değerler silsilesini zedeler. Sizi seçen, onaylayan, ayakta tutan millete doğruyu söyleme borcunuz vardır. Bunları neden söylüyorum. Pazar günü, Başbakan'ın dış politika danışmanı Ahmet Davutoğlu'nun iki hafta önceki Şam gezisini ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Washington ve İran arasındaki arabuluculuk girişimini öven bir yazı yazdım. Ancak bu yazıyı yazarken, günlerdir gazetecilere Şam'da Hamas lideri Halid Meşal'le görüşmediği söylenen Ahmet Davutoğlu'nun Meşal'le görüştüğünü bilmiyordum. Neyse ki Başbakan Erdoğan dün NTV'de kendisine yöneltilen bir soruya her zamanki doğrucu üslubuyla yanıt verdi de gerçeği öğrendik. Günlerdir yetkililer tarafından gazetecilerin gözünün içine baka baka tekrar edilen yalanı tekrarlamaya gölü elvermeyen başbakan "Evet Sayın Esad'ın tavsiyesi üzerine Sayın Meşal'le kısa bir görüşme gerçekleşti" dedi. Dışişleri'ne açıp "Bizi niye yanılttınız?" diye sitem ettiğimde "Çünkü Esad böyle rica etti. Ama biz İsrail ve Amerikalıları bu konuda bilgilendirdik. Onlar biliyor Meşal'le görüşüldüğünü" cevabını aldım. Beynimden aşağı kaynar sular döküldü. Yani biz Türk kamuoyunun, İsrail ve ABD'de yarım ağızla "devreye girin" diyen diplomatlar kadar değeri yok. Geziden döner dönmez İsrail elçiliğine ardından da Condoleezza Rice'a brifing veren arabulucu, Türk gazetecilerine doğruyu söyleme gereği duymuyor. İsrail ve Amerikan basınına olay bütün detaylarıyla anlatılıyor, ama bizim gazeteciler "Nereden çıkardınız?" diye fırçalanıyor. Açık toplumlarda kamuya çalışan memurlar yalan söyleyemez, söylerlerse de kamuoyu nezdinde suç işlemiş olurlar. "Ama İsrailli askerin hayatı söz konusuydu; 6 saat sonra öldüreceklerdi" demenin alemi yok. Meşal, İsrailli askerin ölüp ölmeyeceğine karar veren adamsa, o zaman yıllarca Şam'da yaşayan Abdullah Öcalan'dan farklı değildir. O zaman "Hamas'a mesaj taşıyan taraf olmak" misyonu, bir Türk vatandaşı için onur kaynağı olamaz. "Gerçeği Amerikalılara anlatmıştık" diyecekseniz daha da kötü. Çünkü asıl mesul olduğunuz yer, Amerikan diplomasisi değil Türk halkı. Ben şahsen bana ısrarla "Meşal'le görüşmedi" diyen tüm yetkililere kırgınım. Bundan sonra ağızlarından çıkana güvenmem imkansız. Arabuluculuk böyle bir yandan davul zurna, diğer yandan yalan dolanla yapılmaz. Misyonun ne olduğu ya da İsrail ve ABD önünde ne kadar puan topladığınız önemli değil. Önemli olan Türk kamuoyundaki saygınlığınız. Önemli olan gençlere yalan söylememek. Çünkü onlar halktır.
|