|
 |
 |
 |
|
|

Fişi çekmek üzerine...
Ecevit ; Türk siyasetinin Karaoğlan'ı, 18 Mayıs'tan beri yoğun bakımda... Solunum cihazına bağlı olarak yaşamını sürdürüyor. Daha geniş bir ifadeyle "yaşam destek ünitesi" ne bağlı. Bu destek çekilirse...
MFÖ'nün Mazhar'ı, iki gece önceki konserlerinde; izleyenleri ve Ecevit'i sevensevmeyen herkesi üzen bir şeyler söylemiş. Şöyle demiş galiba: "Biz aramızda Özkan'a Karaoğlan deriz... Bir de büyük Karaoğlan var... Ama biri çıksa da onun fişini çekse..." Ortalıkta soğuk rüzgarlar esmiş birdenbire... Hava buz kesmiş anlatılanlara göre... Kimileri; bu sözleri, yersiz bir espri ve "gaf" olarak niteleyip Mazhar'a sitem etmiş. Arkadaşları ise; Mazhar'ın Ecevit'i sevdiğini ve daha fazla acı çek memesini istediği için böyle bir "dilek" te bulunduğunu söylemişler. Duyarlı bir sanatçıdır Mazhar da... Bu sözlerin ardında kötü bir niyet ya da "hesap-kitap" olduğunu düşünmek mümkün değil elbette. Lakin... Yine de... Bir konser sırasında, hiç gereği yokken... Söylenmese iyi olurdu. Hiç söylenmese!..
Fakat... Yalnızca Ecevit'in tüm Türkiye'yi üzen "derin uykusu" nda değil; sıradan insanların karşılaştığı benzer trajedilerde de yaşanan "zor ikilem" ler konuşulmaya değmez mi? "Fiş" i çekme hakkı kimindir gerçekte? Kim çekebilir, hanginiz kesebilir benzer bir durumda sevdiğiniz insanın yaşamla bağlarını? Ya da kimin hakkı vardır böyle bir şeye? Böyle bir "hak", böyle bir "yetki" var mıdır ya da? Hayata son verme yetkisi! Kim ebediyen koparabilir hayatın içinden, "her şeye rağmen" nefes alıp vermekte olan bir bedeni? Hangi "seven" i karar verebilir böyle bir şeye? Hangi anne-baba? Hangi oğul, hangi kız? Hangi eş, hangi kardeş? Şu anda, şu dakikalarda bile; Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli hastanelerinde; yoğun bakım ünitelerinde, reanimasyon servislerinde; on binlerce hasta makinelere bağlı olarak soluk alıp vermeye devam ediyor. Yalnızca "makineler"e mi? Ya ümit, hiç bitmeyen! Ya sevgi, hiç tükenmeyen! Biliyoruz, çok trajik bir ikilemdir bu insana dair... Hukuki yanı vardır hiç şüphesiz; ahlâki, dini, vicdani ve tıbbi yanı olduğu kadar... Lakin... Asıl mesele "insani" dir tepeden tırnağa... İnsani... Çok özel bir meseledir yani... Çok şahsi... Makineye bağlı "yatan" la "hayat" ın arasındaki son bağlantıyı değil; uykuya "yatan" la kendisi arasındaki "sevgi" nin, "aşk" ın ve yaşanmış binlerce "hatıra" nın bağını kendi eliyle kesmek gibi gelir ki... Buna kim karar verebilir? Karar verenler de olmuştur mutlaka günü geldiğinde... Tüm çareler tükendiğinde... "Başka ne yapılabilirdi ki?" diyenler de... Bu satırlar, o kararı verenleri yargılamak için değil; aksine, hayatın onları nasıl zor ve trajik bir ikileme mahkûm ettiğini anlatmak içindir özetle... "Anlamak" içindir. Velhasıl... Zor meseledir yani şu "fişi çekmek" meselesi... Çok şahsi, çok insani... "El" e düşmez söylemesi...
Yaşarken, hayattayken kendi elimizle çektiğimiz "fiş" lere ne demeli peki? Asıl, onun üzerinde düşünmeli... Bazen yalnızca soluk alıp vermeye indirgenen; bazen gündelik yaşamın değirmeninde öğütülen, ardı ardına geçip giden günler! Ne deniz kenarında demli bir çay keyfi; ne bir yaylada, ıssız ve serin bir dağ rüzgarıyla doldurmak ciğerini! Bir kitabın yeniden keşfi mesela, sararmış yaprakları gençliğinden kalan; bir şiiri çekip çıkarmak hatıralar okyanusundan; gözlerini güneşin arsız ışıklarına kapatıp sevdiğin bir şarkıya terk etmek zamanı! Ne yaşarken -ve çok şükür- herkes hayattayken, akraba, dost ya da arkadaşlarla kurulan, sıcak bir ekmek tadındaki sofra muhabbeti! Ya da durup dururken çıkılan yolculuklarda, yaşadığın şehrin şaşırtıcı keşfi! Daha neler, neler söylenmeli! Hayattan kendi elimizle çektiğimiz "fiş" lere dair... Asıl onun üzerinde düşünmeli...
|
|
 |
|
|
|
|
|
 |
|