Bebelere kıymayın efendiler
Her ölüm acıdır ama bana en büyük acıyı bebek ölümleri verir. Hayattan küçük bir soluk alıp çekip giden küçük bedenler yüreğimi yaralar. Türkiye'nin en büyük kenti, Batı'ya açılan yüzü, gökdelenler şehri, bölge finansman merkezi iddialısı, gece hayatının hızlısı İstanbul'da 5 bebek yaşamları kurtarılsın diye götürüldüğü hastanede hayatını kaybetti. Bilimde, sanatta, felsefede, araştırmada ve hatta üzerine titrediğimiz futbolda dünya sıralamasında değiliz. Uğruna adam öldürdüğümüz futbolda Dünya Kupası'nda bile değiliz aslında. Ama bebek ölümlerinde bu ligdeyiz. Bebek ölüm oranının binde 43'ten binde 28.7'ye düşmesinden mutluyuz. Oysa, 5 yaş altı ölüm hızı İtalya'da binde 4, Yunanistan, Fransa ve Almanya'da binde 5, Letonya'da binde 13. Sırbistan-Karadağ'da bu oran bizim yarımız kadar, binde 14, komşumuz Bulgaristan'da ise binde 15. Bu oran ne anlama mı geliyor? Şu anlama geliyor, ülkemizde doğan her 12 çocuktan biri, beş yaşına gelmeden aramızdan ayrılıyor. Başka bir ifade ile her 15 dakikada bir bebek ölüyor yurdumuzda. Günümüzde ülkelerin gelişmiş düzeyi, kişi başına milli gelir, kişi başına düşen otomobil, gökdelen sayısıyla ölçülmüyor sadece. Bebek ölüm hızı da önemli bir kriter. Çünkü bebek ölüm hızı o ülkenin eğitim düzeyinin en çarpıcı göstergelerinden biri. Çünkü hiç okula gitmemiş annelerin bebeklerinin ölüm hızı binde 51 iken, en az ortaokul mezunu olan annelerde bu oran binde 18'e kadar düşmüş durumda. Elbette eğitim seviyesi tek başına ölçü değil, yoksulluk da bir başka etkeni bu korkunç tablonun. Türkiye'de insanların yüzde 2.4'ü günde bir dolardan az, yüzde 18'i ise 2 dolardan az gelire sahip. Üstelik, bu rakamlar doların 1.300 YTL olduğu dönemlere ait. Son devalüasyonla bu sayının arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Eski rakamlarla bile ülkenin yüzde 20'si yoksul. Yani çocuk yapıyor ama onu besleyemiyor, aşısını yaptıramıyor, doktora götürmeyi akıl edemiyor. Kurtarılsın diye doktora, hastaneye götürülenler ise bu kez hastanede mikrop kapıyor. İki günlükken, 47 günlükken, daha anne kucağının sıcaklığını yaşayamadan göç edip gidiveriyorlar bu dünyadan. İsimleri Efe oluyor veya henüz isimleri konulmamış oluyor. Sonuçta da istatistiklere binde 28.3'ün bir parçası olarak geçiyorlar. İsimleri konulmuş olarak veya olmayarak. Onları, yavrularını doyasıya kucaklayamadan, emziremeden kaybeden anneleri, babaları dışında hatırlayan olmuyor. Bizler ve sizler bir gazeteyi okuyup bitirene kadar bir başka bebek son nefesini veriyor bu ülkede. Bizler ise cumhurbaşkanlığını, laikliği, Erol Köse'nin Gülşen'e yaptığı ayıbı tartışıyoruz akşamları evlerimizde, kahvehanelerimizde. Biz boş konuştukça bebelerimiz kırılıyor. Yüreğimiz yanmakla kalıyor.
|