|
|
|
|
Salondan Seyşeller'e
Evlerinin duvarında asılı duran posterdeki manzaraya vurulan ve fotoğraftaki cenneti aramak üzere yollara düşen iki arkadaşın öyküsü GEO dergisinin mayıs sayısında yayımlandı.
Duvarda asılı duran bir 'tatil beldesi' posteri insanın hayatını ne kadar etkileyebilir? Bu posterin yamacında duran halının üzerine, bir sahil kenarındaymış gibi uzanıp, müzik çalara da ortama dalga sesleri veren CD'yi takacak kadar etkileyici bir posterse bu, başta sorulan sorunun cevabı da 'çok' olabilir. Bu anlatılan mizanseni gerçek hayatta yaşamış; ama bu durumu yaşamakla kalmayıp, posterdeki görüntünün nerede olduğuna dair hiçbir fikre sahip olmadan, çantalarını hazırlayıp yola düşmüş iki kişi var: Markus Wolff ve Bimi. Sadece varsayımlarla ve duvardaki posterin polaroid fotoğrafıyla yola çıkan ikili, hayallerinin peşine düşmek için ilk önce soluğu bir seyahat acentesinde alıyor. Acentede çalışan görevlinin şaşkın bakışlarına maruz kalarak, gitmek istedikleri yerin, 'isimsiz bir mercanada' olduğunu belirtiyorlar. Daha sonra ise bir uçak bileti satın alabilmek için 'gerçekten var olan' bir yer ismi söylemek zorunda kalıyorlar ve Wolff'un dudakları arasından 'Seyşeller' sözcüğü dökülüveriyor. Sora sora Bağdat bulunur misali, ellerindeki fotoğrafı halka göstere göstere adayı dolaşmaya başlıyorlar, "Aranızda bu palmiyeyi gören var mı?" sorusunu sorarak. Ancak karşılaştıkları herkesten aldıkları cevap: "Üzgünüm ama sizin kumsal nerede, hiçbir fikrim yok!" oluyor.
PEKİ PALMİYE NEREDE? Ada halkı tarafından oldukça sıcak karşılanıyorlar; mutlaka gezip görmeleri gereken yerler bir bir sıralanıyor, hatta bu tavsiyelerin arasına 'iyi balık nasıl pişirilir' direktifleri bile ekleniyor. Kimi zaman aradıkları koyun 'muhtemel' rotasından sapıp, dağ tepe tırmanmaya, fundalıklarda daha önce hiç rastlamadıkları hayvanlarla, boyları 30 metreye kadar uzanan palmiye ağaçları arasında dolaşmaya ve adanın mercan balıkları gibi egzotik tatlarını denemekten de geri kalmıyorlar. 17 sahili dolaştıkları halde, posterdeki palmiyeli kumsalı bir türlü bulamıyorlar. Ancak tam umudu kesmişken, adadan edindikleri bir dost, Seyşeller'deki en güzel kumsallardan üçünün "Lmuria Resorts" bölgesinde olduğunu hatırlıyor birderbire. Bunu duyan ikili, sürat teknesini son sürat çalıştırıp belirlenen 'hedefe' doğru tam gaz ilerliyor. İlk iki kumsalda yine aradıklarını bulamıyorlar, ancak yılmak yok... Sonuncu kumsala doğru ilerlemeyi sürdürüyorlar. Bu sonuncu kumsalda ellerindeki fotoğrafın, fazla uzakta olmayan geri planında beliren ada da görünüyor. Ancak Bimi, "Ama perspektif önden ve arkadan uymuyor" demeyi sürdürüyor. O anda haki renk gömlekli ve şortlu bir adam, omzunda bir tripotla çıkageliyor. Gezginlerin elindeki fotoğrafa bakar bakmaz da "Burası Anse Lazio, hemen köşeyi dönünce" diyor. Ve birçok deneme yanılma yöntemi sonunda nihayet, mutlu sona kavuşuluyor. Fotoğraftaki kayalıklar tastamam yerinde; ancak posterin baş kahramanı olan palmiyenin yerinde yeller esiyor. Sonra öğreniyorlar ki, kuvvetli bir fırtına ikili için 'pusula' önemini taşıyan bu ağacı alıp götürmüş. Ama muhtemelen Wolff ve arkadaşı için, başladıkları bu zorlu görevi bitirmenin verdiği mutluluğu bozacak fazla bir şey yoktur hayatta (Tabii o cenneti terk edip, kasvetli şehir hayatına dönmek dışında...) Eve döndüklerinde tekrar duvardaki posteri seyretmeye koyuluyorlar. Ama deniz, deniz gibi kokmuyoru, dalgalarsa donup kalmış artık... Bu haberin tamamını, olayı 'birebir yaşayan' Markus Wolff'un kaleminden GEO dergisinin Mayıs sayısında okuyabilirsiniz.
|
|
|
|
|
|
|
|
|