Bir düşünürsek...
Toplumlar, aydınlar, devletler sık sık kendileriyle yüzleşmeye davet edilir. Pek icabet etmezler. En heyecanlı anda, başkasının yüzüne tükürmek daha cazip gelir. Toplum ile devlet arasında, "aydın, entelektüel, münevver"... olanların, tercihen ciddi bir kısmının ise, "tükürük" yerine, elalemin yüzünü tırmıklamak kadar, bizzat kendi yüz hatlarını da muayenesi beklenir. Toplumlar ile devletlerin bundan her zaman pek hoşlandığı söylenemez. Hatta, pozisyon olarak, yazma, çizme, fikir beyanı gibi faaliyetlerdeki kimileri daha da nefret edebilir. Kendilerini ötekilerden ayırmak için, onları aşağılarlar ki, içleri rahat etsin. Hem de toplum çoğunluğunun ve devlet ağırlığının kodlarına, sınırlarına, notalarına, dinleyici istekleri ile resmi kılavuzlarına münasip düşsün. Fakat, mızmızlanarak "kendi" tarihiyle, toplumuyla, devletiyle, düzeniyle yüzleşmek niyetinde ve cesaretinde olanların içinden bazıları, yani birtakım milli, resmi, kültürel, dini, tarihi tabuları, kalıpları filan sorgulamak, kırmak iddiasındakilerin kimileri de alır o bağımsızlığını, başka bir maddi, keyfi, manevi bağımlılığın içinde piç edebilir. Ne kadar kaygan, kaypak bir zemin; bir de her yanda duvarlar, zincirler, bağlar, bağımlılıklar; zor, değil mi? Tabii o kadar da değil. "Tarihi inkişaf" denen, toplumların kendilerini aşmasına, bireylerin vicdani, insani değerlerini sıçratarak kendileriyle ve dünyayla barışık olabilmesine yol açabilen bir ihtimal de vardır. Bazen ölüsü dirisine, eğrisi doğrusuna, bazen toplumsal olgunluğa, bazen için için kaynamaya, gırtlak gırtlağa gelmelere, bazen tepeden inmelere denk gelir; dövüşülür ve bir şeyler olur, değişilir, dönüşülür. İyi de olur, belki kötü de.
Bu sütunda 2 Mayıs'ta Fransa'nın bu bakımdan derin ikiyüzlülük içinde olduğunu söyledim. Ama yanlışımız şu: "Fransa", diyoruz. Sosyalist Partili birileri ile iktidardan kimilerinin tasarısını, "Fransa" diye genelliyoruz. O partilerin tamamı dahi değil. "İnsanlık suçları"na karşı koymak gibi bir ilkeye sarıldığını düşünerek, tartışma, ifade özgürlüğü gibi bir ilkeyi katletmek, tarihin bir yorumunu kanunlaştırmak isteyenlerin ve ilkeden milkeden değil, gündelik oyun, dostluk ve düşmanlıklardan yola çıkanların hepsi "Fransa" değil. Çünkü, bizden kimileri gibi askeri, sivil ihaleler, para pul gibi bezirganca tehditlerle değil; omurgadan ilkelerle, "Soykırım yoktur diyene ceza"ya karşı çıkan, tepkisini koyan "Fransızlar" da mevcut. "Devlet Ben'im, Tanrı'nın temsilcisiyim" diyen Kral'ı "Fransa" sanıyordu kimileri; başta kendisi. "Başka bir Fransa" bir gün onu giyotine gönderdi. Giyotini kaldıran ise, giyotincilerin doğrudan temsilcisi sayılanlardı. Fakat, bunu deyip kendimizle nasıl baş edeceğiz? "Bir tek Türkiye" mümkün mü, o zaman? Mümkünmüş gibi davranmak, kendi tarih yorumlarımızı, "resmi" deneni, en çok kabul göreni, belletilenlerin tümünü, tarih bir yana günün bir tek manasını mutlak doğru kabul etmek; kimi eleştirileri, farklı açı ve yorumları "Hakaret" suçuyla sıvamak, haklı mı? "Fransa'yı eleştiren Fransız tarihçiler ve aydınlar"ı ön plana çıkaranların çoğu, kendi sahamızda asla "Türkiye'yi eleştiren Türk tarihçiler ve aydınlar"dan hazzetmeyenler. Yahut, kendi inandıkları, mutlak doğru kabul ettikleri bir dini, ahlaki, milli, kültürel, tarihi açı ve yoruma muhalefete asla tahammül edemeyenler. Bu çok alçak bir ikiyüzlülük işte. Bunun tarafı filan yok. Bakın; bu ülkede aynı anda, Cumhuriyet gazetesine bomba atılıyor ve Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi hapse mahkûm oluyor ve...
|