Ne yazsan olmaz!
Şimdi bir heyecan dalgasındadır ki yürekler, pır pır eder uçamaz. Böyle bir iklimde ne yazsan okunmaz. Siyaset, iktisat, magazin ve dünya haberlerinden dem vursan olmaz. İlle de o "maç" tan bahsedeceksin. Şunun şurasında bir gün kalmışken, kimin umurunda dünya halleri? Saatler geçmez gibi görünse de; mümkünü yok, geçecek. İster istemez gelecek başlama vuruşunun saati. Öyle bir noktaya dikilmiştir ki meşin yuvarlak; uzaydan baksan görülür sanki. Ne yalnızca iki takımın taraftarları, ne de futbol dünyasındaki öteki renklerin sevdalıları... Futbolla hiç ilgisi olmayanların bile beklediği bir andır o zaman. Sonra ne olacak? Her gerilimli maçtan önce söylendiği gibi, "Dostluk kazansın!" dese de kimileri; dostluğun kaybettiği, dostlukların kaybedildiği bir dehlizden geçilecek. "Geçici" bir ruh hali olsa da, öyle. Zamanın kendiliğinden onaracağı yaralara yol açsa da öyle. Peki... Kim kazanıp, kim kaybedecek? Önceden söylenebilir mi maçın sonucu? Maçın sonucunu bilemeyiz. Lakin "ertesi gün"ü biliriz. Yıllar önce bildiğimiz gibi!
Tarih 17 Mayıs 2000'di. Bugünlere benzer bahar günleri... Büyük maçın başlamasına saatler vardı ama yazı işleri akşamüstü beşte bizden yazıyı göndermemizi istiyordu. Ne yazarsınız ki? Şöyle yazdık: (Başlık da, "Şimdi Hüzünler Zamanı" ydı.) "Bütün bu yaşananların hüzünden başka varacağı hiçbir menzil yoktur. Ömrünün son haftalardaki bölümünü dünkü maça endeksleyenler için, coşkuları doruğa tırmandıranlar için, gecesini gündüzünü bir doksan dakikayla dolduranlar için, bu sabah uyandıklarında yaşayacakları şey kocaman bir boşluktur. Bütün gürültüler susmuş, bütün şarkılar notalarına çekilmiş, bütün bayraklar indirilmiştir gönderlerinden. Hiçbir coşku, hiçbir heyecan, hiçbir duygu sağanağı, son haftalardaki ve dün akşamki kadar yoğun yaşanmayacaktır artık. Tuhaf bir hüzün kaplar içinizi. Sokaklar; bayrak, flama ve renkli balon parçacıkları dışında bomboştur artık. Bomboş. Lakin... Futbol hayattır. Ve hayatın birçok bayram ertesinde ve arzulanmış şeylerin düş kırıklıklarında olduğu gibi; bu beklenen ve istenen bir hüzündür. Bedenimizde ve yüreğimizde aynı anda hissettiğimiz 'kırgınlık' için neleri vermeyiz ki? Belki de bütün coşkular ve heyecanlar; bu harikulade, bu tarifsiz kırgın zamanlar için yaşanmıştır. Öyleyse... Kaybettiysek de, kazandıysak da merhaba hüzün..." Ve demiştik ki: "Yeni Bağdat seferlerine çıkmak ve seferin ertesinde yeni hüzünlerin ırmağında akmak için hazırdır gönlümüz. Çünkü biz 'Bağdat' tan çok, 'Bağdat seferi' ni sevenlerdeniz!"!
Yine yıllar önce, bir başka takımın taraftarlarının, şampiyonluk sonrası ruh haline "empati" yaparak şöyle de yazmıştık: "Hani nerede tribünler, bayraklar, kornalar,bira kutuları, şarkılar nerede? Anlıyorum o zaman: Hiç kimse şampiyon değil! Kalabalık bu kadar gürültülü olmasaydı, ben bu kadar yalnız ve sessiz olmayacaktım!"
Yine, yıllar önce, tuttuğumuz takımın bir Anadolu takımına yenilgisinden sonra, "yenilgiye methiye" düzerken de şöyle demiştik mesela: "Yenildiğimiz anda bitmedi maç... Maç biterken biz yenildik. Ömrünüzün son zilleri kapıyı çaldığında; henüz bitmemiş olabilir elinizde olan işler. Lakin yarım kaldı diye yenilmiş sayılamazsınız. Mutlaka bakılacaktır o 'an' a kadar ördüğünüz dantelin nakışlarına... Bizi yenen sadece zamandır."
Oysa bugün neler yazacaktık: Almanya'dan yeni dönmüştük, "Gurbetin Çocukları" nın bizi kaygı ve kedere sürüklediğini anlatacaktık, klavyenin tuşlarına vurmaya başladığımızda... Ama ne yazsanız okunmaz bu saatten sonra... 250 bin askerin sınıra konuşlandırıldığını anlatacaktık. Yazıyla: "İki yüz elli bin asker!" Neler oluyor diye soracaktık belki de... İran geriliminin tırmandığından dem vuracaktık. Ama ne yazsan okunmaz. Öte yandan... İyi ki var, "o" heyecan hayatımızda... Başka ne var ki, bizi dalgalandıran bu heyecandan başka? Hayat durmaz. Ama satırlar durabilir şimdilik... Dursun da... Zaman bizi yenmeden, yaşanan zamana dört elle sarılmalıdır. Ardından gelecek olan nasıl olsa hüzünler zamanıdır!
|