Yeni savaş alanı (2)
ABD'nin Irak Savaşı, bu savaşı başlatanların tasarladığından hayli farklı gelişmelere yol açtı. Öncelikle ABD'nin gücünü kanıtlamak yerine sınırlarını gösterdi. İran'ı bölgenin en etkin ülkesi haline getirdi. ABD ve genel olarak Batı'ya yönelik küresel ölçekli bir İslamcı hareketin manevra alanını genişletti. İran'ın yükselen gücü ile birleşen Şiiliğin siyasi yükselişi ise hem Arap rejimleri, hem de toplumları açısından derin bir rahatsızlığı tetikledi. Bunun sonucunda ise bölgenin uzunca bir süre kan gölüne dönmesi, yerleşik rejimlerin sonunun gelmesi ihtimalleri güçlendi. Bir dönüm noktası sayılması gereken Hamas'ın seçim zaferi tüm bölgeye yayılacak bir gelişmenin, yani Müslüman Kardeşler'in siyaset sahnesinde ağırlığının artmasının öncüsüydü. Üstelik Hamas'ın siyasi zaferi karşısında Batılı güçlerin verecekleri tepki bundan sonraki söylemlerinin Arap Ortadoğu'sunda ne ölçüde kabul görebileceğinin de belirleyicisi idi. İsrail ve ABD'nin tercih ettikği tecrit politikasına AB'nin de destek vermesiyle, barış yolunda bugüne dek gerçekleştirilenler tehlikeye girdi. Filistinliler'in Cihadcılığa kaymalarının önü açılırken, İran rejimi gölgesinden korkan Arap rejimlerinin aksine bu konuda Arap toplumlarını heyecanlandıracak radikal bir söylemi benimsedi.
İslamcılığın etkisi yayılıyor Irak Savaşı'nın yarattığı bu yeni bağlamı değerlendirmeden siyaset üretmeye devam etmek, Batı'nın gelişmeleri yönlendirme imkanını kısıtlıyor. Bir yandan da Arap/İslam dünyası ile Avrupa arasındaki ilişkileri germeye devam ediyor. Bu ilişkilerde Avrupa, Irak Savaşı'nın patlattığı öfkeden etkilendiği gibi daha uzun bir geçmişi olan İslamcı hareketin yeni yönelimlerinin de hedefi oluyor. Rosemary Hollis'in tahliline göre kendisi de bir savaş alanı haline geliyor. Irak Savaşı'dan sonra ivme kazanan ve Filistin meselesini odağına yerleştiren İslamcı dinamik giderek ön plana çıkıyor. Ulusötesi bir siyasi süreç olarak İslamcılık, Müslüman nüfuslu ülkeleri daha fazla etkisi altına alıyor. Üstelik, son dönemin belki de en önemli kitaplarından Cihad'dan Manzaralar'ın (Landscapes of the Jihad) yazarı Tanzanyalı siyaset bilimci Faysal Devji'nin vurguladığı gibi İslamcılık ulusdevlet düzeni kurallarını ve liberal siyaset anlayışını da sarsıyor.
Göçmenler, refah ve ırkçılık Evrensel ölçekte kurumsal bir otoriteye veya bağlandığı bir devlete sahip olmaması, İslamcılığın küreselleşmesini kolaylaştırıyor. İslamcılığın artan militanlığı tam da İslam dünyası içindeki hiyerarşilerin yıkılmasından, bu dünyadaki otorite anlayışının parçalanmasından ve demokratikleşmesinden besleniyor. Bu akım Batı'nın önerdiği liberal siyaset anlayışını reddeden bir duruş sergiliyor. Cihadcılar dışında genel yaklaşımlarıyla son dönemde şiddetten uzaklaşsa bile toplumsal açıdan ve siyaseten baskıcı. Batı'nın hegemonyasından kurtulma dışında özgürlükçü mesajı yok, toplumların refahını artırma konusunda projeye sahip değil. Tam da böylesi bir ortamda Avrupa'nın özgürlükçü ve barışçı bugünü değil, emperyalist ve sömürdüklerine kan kusturan geçmişi gündeme geliyor. Ortadoğu'da kabaran isyan buradaki ülkelerin uzantısı olan Avrupa'daki Müslüman yerleşiklere sirayet ediyor. Onyılların ayrımcılığının yarattığı, liberal siyasetin çözemediği sorunlar patlıyor. Göçmenlerin talepleri, ekonomik sıkıntıdaki Avrupa'nın ırkçı hareketlerini besliyor. Şiddete başvurmaları özgürlük alanlarının daralması yönelimini güçlendiriyor. Bu sarmaldan kurtulmanın yegane yolu ise Batı'nın Ortadoğu politikalarının kökten değişmesinden geçiyor.
|