|
|
|
|
"Araziye uymadan" televizyona çıkmak
Televizyon fobim ciddi bir arızaya dönüşmek üzere. Ne kadar gerekli bir iletişim aracı olduğunu bildiğim halde, bir türlü giremiyorum o dikdörtgen çerçevenin içine. Okan'ın şahane buluşu olan program adı geliyor hep aklıma: "Televizyon makinası". O gerçekten bir makina ve başka bir makinaya çok benziyor: Hani anneler kasapta alışveriş yaparken bütün çocukların büyülenmiş gibi seyrettiği "kıyma makinası". Bir tarafından bütün olarak girilip, öbür tarafından paramparça çıkılan bir alet.
BAKILMAK İSTER MİSİN? Evet, içine her girdiğimde pişman olup çıktığım için bir daha denemeye pek niyetim yok ama gireni kıyma yapan o aletin gücüyle kafayı bozmuş durumdayım. Nedeni, aylardır üzerinde çalıştığımız bir hikaye. Son bir kaç aydır bir arkadaşımın hayatını oyunlaştırmaya çalışıyoruz. Sözkonusu şahsiyet, şöhretin doruğuna çıkmış, Avrupa sinemasından Hollywood'a sıçramış, dünyanın neredeyse her yerinde tanındığı için sürekli olarak adımlarına dikkat etmek zorunda kalmış, ardından da gölgeyi yeğleyip on yıldır köşesine çekilmiş birisi. Arada bir birlikte gittiğimiz yerlerde etrafımızı saran eski hayranları olmuyor değil ama artık "eskisi gibi sürekli olarak bakılmaktan kurtulduğunu" saklamıyor. Çünkü ona göre şöhretin en korkunç tarafı mütemadiyen "bakılmak". 24 saat boyunca, yüzlerce kişinin size gözlerini ayırmadan bakması. Belki de, bir çok ünlünün, şöhreti sevme nedenidir bu. "Bakılıyorum, öyleyse varım" diye düşünenler çoğunlukta olabilir. Ama onun için, şöhretten ve mesleğinden vazgeçme nedeni olmuş bu. İncelenmeye tahammül edemediğinin farkına varmış. Hem kendi ruh sağlığını, hem de çocuklarını korumak için vazgeçmiş "görünür olmaktan". Bu "ex- star" dostum, birlikte üzerinde çalıtığımız hikaye için bana en mahrem psikanaliz seanslarına kadar her şeyi anlatıyor, bütün bunlara başka ünlülerin hikayelerini de ekleyip aylardır harıl harıl yazıyoruz.
KELEBEK ETKİSİ Arkadaşım yirmi yıllık şöhret deneyiminde en çok televizyondan korktuğunu söylüyor. Sinemada başka bir karakter olarak görünürken, televizyonda kendin olarak ortaya çıkmanın aslında çok daha zor bir iş olduğunu anlatıyor. O aletin içindeyken asla sahici olamadığını anlatıyor ve doğadan örnekler veriyor: "Caligo kelebekleri saldırıya uğramamak için üzerine kondukları ağaç gövdelerinin rengini alırlar" diyor, "İşte aynen televizyona çıkınca olduğu gibi. Oraya benzemek zorunda olduğunu anlar ve kanatlarının rengini değiştirirsin. Kısacası araziye uyarsın Sedef". Araziye uymadan televizyona çıkmak. Sanem Çelik örneğinde gördüğümüz gibi, kıyma makinası seni paramparça etmeden kendin olmayı başarmak... Mümkün mü acaba?..
Sedef Ecer
|
|
|
|
|
|
|
|
|