| |
Öğretmenler memur mu entelektüel mi?
Zaman zaman aklıma takılan sorulardan biri meslek gruplarının bizdeki temsilcileriyle yeryüzündeki temsilcileri arasındaki farktır. Örneğin, bizdeki hukukçular evrensel hukuku savunmak için mücadele etse, hukuksuzluğa dirense, durum böyle perişan olur muydu? Aynı şeyi öğretmenler için de düşünürüm. Öğrenimin içeriği yeryüzünde "yaratıcılığı geliştirme" noktasına geldi, bizde ise hala "devlete memur yetiştirme" anlayışına sabitlenmiş, erimeye devam ediyor. Denk düştüğünde Anadolu'daki öğretmenlerle sohbet imkanı buluyorum. En son bu fırsatı Balıkesir'de yakaladım. Bu gezi, gelişmiş ülkelerin öğretmenleriyle bizimkiler arasındaki farkları biraz daha netleştirmeme yardımcı oldu. Öğretmenlik zihinsel uğraştır. Öğretmen de bir bilgi teknisyenidir. Öğrenimi, mezun olduğu yüksek okul yıllarıyla sınırlı değildir. Alanındaki gelişmeleri izleyen, irdeleyen, yargılayan bir beyin işçisidir. Kısacası ömür boyu sürecek entelektüel bir yaşamın sahibidir. Öğretmenler bu özellikleriyle, Batı'da her türlü yeniliğin öncüsü olmuş, ülkelerin zihinsel gücünü temsil etmiştir. Bir meslek grubu olarak değil, toplumsal bir zihinsel egzersiz merkezi olarak görülmüşlerdir. Entelektüel bir uğraş olan öğretmenlik, bizde ise uzun zamandır eprimiş memurluk haline gelmiş. Öğretmen, bırakın ilgi alanının çağa paralel gelişmelerini izlemeyi, eskilerde öğrendiğini bile unutur olmuş. Yeryüzünde entelektüel kadroları oluşturan eğitimciler, bizde az maaşa yaşam çilesi çeken sıradan devlet memuru rolüne indirgenmiş; daha da vahimi bu rol öğretmenlerce de neredeyse benimsenmiş.
Yabancı dil bilmeyen, alanındaki yenilikleri ve yerli, yabancı basını izlemeyen, enerjisi alınmış günlük bir yaşamı tekrarlayarak paslanan, kamunun maaş bordrosunda da sürekli hırpalanan, hırpalandıkça yaşam kalitesi düşen ve bunu da bir mazeret olarak kullanan koca bir topluluk. Yabancı dil bilen, mesleğine ilgisini taze tutan, yerli, yabancı basını izleyen, dünya vatandaşı öğretmenlerin ise bu dar açıda bunalıp, layık olduğu yaşamı kotardıkları da bir gerçek. Ama onlar çok azınlık. Dünyada entelektüel bir iş olan öğretmelik, Türkiye'de aynı işi kalıplaşmış bir şekilde tekrarlayan rutin bir yeknesaklığa inmişse, bunu nasıl aşabiliriz? Koca bir memur yığınından yeniden entelektüel bir ordu nasıl yaratabiliriz? Değişimi hızlandırmak ve yaygınlaştırmak istiyorsa, Türkiye'nin temel sorularından ve sorunlarından biri bu. Cumhuriyet tarihinin neredeyse en uzun müsteşarlıklarından birini yapmış eski bir eğitimcinin dediği gibi, bizde lise eğitiminin bilgisi öğrenciye aslında altı ayda öğretilebilir. Ancak lise eğitiminin amacı eğitim değil, demokrasiden mahrum edilmiş cumhuriyete militan yetiştirmektir. Demokratik değerlere inanmış bir dünya vatandaşlığı bu amacın dışında ve uzaklarında seyreder. Seyrettiği için de, öğrenci ve öğretmen neyin, niçin, nasıl öğretildiğini bilemez. Başta kendiniz olmak üzere etrafınızdaki herkese sorun bakalım, "integral hesabı" neye yarar, niye öğreniriz, bize niye öğretilir? İnsan, ölçüp biçtikçe doğayı yönetir hale gelir. Bilimin amacı bilinmeyeni bilinir hale getirmektir. Bu nedenle evrenin yasalarını bulan fizik, bilimlerin babasıdır. Ölçüp biçmenin nirvanası fizikte gerçekleşir. Newton'un bulduğu integral hesabı da, eğri büğrü alanlar da dahil yerküreyi ve evreni ölçmemize yarar. Siz bunu sadece bir matematik formül olarak algılayıp doğal gerçeğinden koparınca, integral hesabı, insanoğlunun sanayi dönemindeki en parlak keşfi olmaktan çıkıp kezzaplı bir işkenceye dönüşür. Memuröğretmen yaratıcılıktan uzak, bürokratik zihniyeti sürdürür. "Büyüklerine" karşı hal ve tavrı önemser ama patent sayısını artıracak çocuklar yetiştirmeyi amaçlamaz. Çocuk oyunlarına bile yenilerini ekleyemez. Türkiye hızla silkinecekse, memuröğretmen kitlemizi nasıl entelektüel öğretmene dönüştüreceğimizin formülünü bulmalı. Yoksa insan kalitesini yükseltmemiz mümkün olmaz. Türkiye gerilerde kaldıysa, bunun önemli nedenlerinden biri öğretmenini entelektüellikten koparıp, zor durumdaki bir memura dönüştürmesiydi.
|