Ahmet Türk gerçekten bildiriye imza attı mı?
Güneydoğu olaylarının yatıştığı gün, yani iki gün önce, Demokratik Toplum Partisi eşbaşkanı Ahmet Türk'ü arayıp kendisiyle tanışmak istediğimi söyledim. Türk'ün adını yıllardır Kürt siyasi hareketi içinde daha makul bir ses olarak duymaktaydım. İlk kez 1973'de, daha PKK bile ortalarda yokken parlamentoya girmişti. DEP davasında Leyla Zana'larla hapse girdi, ama daha kısa kaldı. Son haftalardaki davranışları ise kafamı karıştırmıştı. Bir yandan Nevruz'un Şemdinli'de bir gövde gösterisine dönüşmesini engelledi; Diyarbakır olayları çıkınca otobüsün üstüne çıkıp "sağduyu" çağrısında bulundu. (Ve bu yüzden meydandaki gençlerden tepki topladı) Diğer taraftan Türk adına DTP'den yapılan açıklamalar sert; parti ise açık bir biçimde PKK'nın son başlattığı "şehirlerde eylem" planında bir enstrüman halinde. Yalan mı? Öğlen yemeğinde buluştuk. Kısa bir süre sonra, karşımdaki adamın iyi niyetli ve acılı biri olduğu izlenimim güçlendi. 12 Eylül sonrası Diyarbakır cezaevi dahil yaşantısının 4,5 yılını hapiste geçirmiş. Saçları beyaz, kalp pili olduğu için cep telefonu taşımıyor. "Bir katkım olur diye yeniden siyasetteyim. İşler kötü gidiyor ve belki bir şey yapabilirim. Yoksa sağlığım elvermiyor." Türk'e Kürt kimliğini tanıma yolunda yapılan reformlar, Başbakan'ın Diyarbakır gezisi ve nispeten olaysız geçen bir Nevruz sonrasında " Neden böyle bir kampanya başlattılar ?" diye soruyorum. Güneydoğu'da sıkıntının bitmediğinden, somut adım atılmadığından söz etse de aslında sorunun cevabını bilmiyor. " Onların " neden böyle bir karar aldığını açıklayamıyor. "Leyla Zana ortalarda yok. Silahlı mücadelenin sözcüsü olmak istemediği için örgüt tarafından dışlandığı söyleniyor" diyorum. " Leyla'yla Diyarbakır'da görüştüm . Bir süre olayları izlemek istiyor. Hâlâ bağımsız davranma kararında " diyor. " Siz ?" diyorum. " Ben zaten bağımsızım " diyor. " Şiddetin her türlüsüne karşıyım. Kimden gelirse gelsin." Bastırıyorum. Ama herkes bağımsız davranamıyor. Hikmet Fidan gibi farklı şeyler söyleyenler öldürüldü. "Düşündüklerimizi söylediğimiz için öleceksek ölürüz ." Tüylerim diken diken oluyor. Aslında Türk'ten edindiğim izlenim, Ankara'da duyduklarımla örtüşüyor. Kürt hareketini gözlemleyenlere göre DTP içinde iki kanat var. Biri, gerçekten Türk gibi silahlı mücadeleden uzak durmak isteyen ılımlı kanat . Siyasi mücadele istiyorlar. Diğeri ise, " eşbaşkan" Aysel Tuğluk gibi daha radikal ve örgüt güdümündeki kanat . Kandil'in çizdiği rotadan kopamıyorlar. Birçok DTP'li belediye başkanının başında da örgütle bire bir ilişkisi olan ve adeta "parti komiseri" görevi üstlenen gayriresmi "denetçi"ler var. Ahmet Türk ısrarla son yıllarda yapılan demokratik açılımların devam etmesini, ancak bu sayede kendisi gibi insanların Kürt siyaseti içinde (ve belki de örgütün diktasına karşı) güçlenebileceğini düşünüyor. Başbakan'la görüşmek istiyor. "Bir an önce bir şey yapılmalı" paniğinde. Doğu'da yükselen kızgınlık dalgasının Batı'da da benzer bir karşılık bulacağından korkuyor . Türkiye'de neyin olup neyin olamayacağını, zamanlama ve kamuoyu sıkıntılarını biliyor. Yemekten sonra büroya geldiğimde, masama Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk imzalı zehir zemberek bir faks geliyor. Üslup, Başbakan'la görüşmek isteyen Türk'ünkinden çok farklı. Ruh hali de. Açıklama Erdoğan'ı "öfkeli, tehditvari" diye nitelendiriyor. Ahmet Türk'ün benden sonra önemli bir randevusu vardı. Kaşla göz arasında bu metni yazmış olabilir mi? Sanmıyorum. Bence yemek yediğim adamın niyeti bu değildi. Yoksa, yoksa bu metin, "Kandil alan kodundan" fakslanıp üzerine Ahmet Türk imzası mı atıldı?
|