| |
|
|
Sadece askeri kültürümüz mü modernleşecek?
Şemdinli İddianamesi'nde Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Büyükanıt'ın da adının geçmesi üzerine başlayan tartışmaları "Darbe" zeminine çekmeye çalışan sivil Deniz Baykal ile, bu olayı sivil zeminde ele almaya çalışan asker Org. Hilmi Özkök arasındaki yaklaşım farkı, herhalde değerlendirilmelidir. Taha Akyol dünkü Milliyet'te Org. Hilmi Özkök'ün bu konudaki "İlla pata küt konuşmak mı lazım? Türkiye birinci sınıf devlettir. Bütün kurumlar birinci sınıf gibi oynamalıdır... Biz masaya yumruk değil, beynimizi, aklımızı koyarız... Kendimizi savunursak borsa bile düşer. TSK'yı savunmak, sahip çıkmak öncelikle başbakanın görevidir" sözlerini hatırlattıktan sonra, benim de katıldığım şu saptamaları seslendirmişti: - 27 Mayıs şekavetinden başlayarak hangi darbede "Borsa düşer" diye bir endişe hissetmişlerdi? Borsanın, piyasanın, karmaşık ekonomik kurumların ve dengelerin oluşmadığı köylü toplumunda TBMM'yi silahla basıp darbe yapmak kolaydı! Sivil radikallerin kendi silahlı örgütlerini kurarak aynı kolaylıkla "devrim" yapma hayaline kapılmaları da kolaydı. Bu geleneğin devamı olarak, otobüsler dolusu yüksek yargıçları Genelkurmay'a götürüp "brifing" lerle yönlendirmek de çok zor olmamıştı. - Siyaseten AB adayı olan Türkiye, ekonomik ve sosyal bakımdan bir merkezin buyruğu altına giremeyecek kadar çeşitlenmiş, karmaşıklaşmış, gelişmiş bir toplumdur. Şeriat idaresi de, 'Atatürkçü müdahale' de aynı sebepten imkansız. - Artık "aklın gereği", herkesin işine bakması, kurumların kendi rasyonelleriyle çalışmasıdır. İşte Org. Özkök, toplumsal modernleşmemizin bu aşamasında askeri kültürümüzün de modernleşmesini temsil ediyor. Darbeler, müdahaleler orduyu yıpratmıştı; Org. Özkök'ün bu modern ve ileri görüşlü tavrı ordunun itibarını artırıyor. Taha Akyol'un "Askeri kültürümüzün modernleşmesi" olarak tanımladığı bu süreçte, artık "Sivil kültürümüzün modernleşmesi" sorununun da ciddi biçimde ele alınması gerekiyor. Bu konuda da Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu'nun Zaman'da yayınlanan ve "Laik Köktencilik" ile "Dini Köktencilik" arasındaki ortak noktaları irdeleyen yorumu bana ışık tuttu: - Fransa misaline dayanan ve Aydınlanma sonrası ortaya çıkan "Laik köktenciliği" esas alan Türk laikliği, bunu yeni resmi ideolojinin bir diğer temel dayanağı olan bilimciliğin (scientism) belirlediği bir ahlak ile pekiştirerek kendine has bir yorum yaratmıştır. Bu yorum yarattığı eşsiz "Laik insan" tanımında en ilginç misalini bulan bir bilimsel ahlakı "Kamu mantığı" haline getirmekle kalmamış, bunun yanı sıra dine, kendi karşı tezini meydana getiren, bir köktencilik olarak bakmıştır. Böylesi bir bakış açısı sonucunda ise bizatihi dindarlık laiklik karşıtlığı olarak algılanırken dar anlamda yorumlanan "Bilimsellik" laikliğin temeli haline gelmiştir. - Çoğulculuğu ve demokrasiyi öne çıkarmak yerine onların gerektiğinde feda edilmelerinde mahzur görmeyen Türk resmi ideolojisi nasıl olup da sürekli bir toplumsal çatışma ortamı içinde yaşamak zorunda kaldığımızı "Dini köktencilik", "Aydınlanma karşıtlığı", "Bilim düşmanlığı" ve "Hukukun üstünlüğüne saygı duyulmaması" benzeri kavramlarla açıklamaya çalışmakta, buna karşılık yarattığı ve dar biçimde yorumladığı ahlaki kamusal aklın bu alanda herhangi bir rol oynadığını kabul etmemektedir. - "Mutlak gerçeklik iddiası", "Çağdaşlık tekeli" ve "Ahlaki hukuk" yorumları aracılığıyla özel alanı da kapsamaya çalışan bir kamusal aklın, en az dini köktencilik kadar çatışmacılığa davetiye çıkardığı unutulmamalıdır. Türk toplumunun iki köktencilikten birini seçmesinin daha iyi olacağı yolundaki ahlaki hüküm ise bir anlamda bu gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildir.
|