| |
Erzurum'da kaç milletvekili var?
Cevabını hep merak ettiğim bir soru var; bir insan yerleşik düzeni dönüştürmek üzere iktidara geldiğinde, hangi noktaya kadar mevcudu dönüştürme çabasını sürdürür, hangi noktadan sonra statükonun savunucusu olur? Bu soruyu Feriye Lokantası'nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sormuştum. Kendisi hapisten çıkarak iktidar oldu. AB sürecini sahiplenerek mevcut düzenin demokratikleştirilmesinde çok önemli adımlar attı. Bugün hem bu sürecin sahibi, hem de başbakan olarak statükonun temsilcisi. Bu ince ayrımı neye göre ayarlamakta? AK Parti iktidarının "değişimci" yüzünde ağır yıpranmalar oluşuyor gibi... 28 Şubat'taki "postmodern" darbeci klik, kendi propagandasını yapmayanları "andıçlamıştı." Şimdi ise aynı tehlikeli mantığın iktidar kanadında yeşermeye başladığını görüyoruz: "Benim propagandamı yapmıyorsa, haindir..."
Sadece bu mu? 9 Kasım'a kadar ardı ardına patlayan bombalarla sarsılan Şemdinli'de halkın yaptığı suçüstü bütün provokasyonların anında bitmesini sağladı... Başbakan da, hükümet de "Şemdinli'nin üzerine gidileceği" mesajını verdiler. Zamanla ilk ivme kayboldu. İvme kaybolmasının yanı sıra tutum değişikliği de gözlenmeye başladı. TBMM İnsan Hakları Komisyonu'nun Şemdinli olayları nedeniyle davet ettiği Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ne dedi: "Hırsız evin içindeyse kilit işe yaramaz." Demokrasinin Kabe'si sayılan parlamentodaki bu konuşmaya ilk hışımlı tepki nereden geldi? Adalet Bakanı'ndan... Değişim arzusunun yerini mevcuttan pay kapma yarışı epeydir alır gibi... Devlet imkanları, belediye imkanları... Gem vurulamayan zenginleşme arzuları... Hedefini kaybetmiş bir gemi gibi atalet içindeki örgütler... Bir yorgunluk, düzeni dönüştürme yerine onun imkanlarını paylaşma ihtirası... AB dinamiği ortadan kaybolur gibi olunca, iç hastalıklar depreşiyor. Ayrıca iktidar süresi uzayınca da "statükonun zehirli öpücüğü" daha fazla hissedilir oluyor.
Propagandasını yapmayanı gizli örgütlerin manipüle ettiğini iddia etmek, TBMM'de çok önemli tespitlerde bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı'nın dediklerine kulak vermek yerine onu kınamak, akçalı işlere fazlasıyla dalmak. Galiba AK Parti'nin silkelenmeye ihtiyacı artmakta... Perşembe günü, Birinci Meclis'te İkinci Grup'un liderlerinden Hüseyin Avni Ulaş'ın 58. ölüm yıldönümüydü. Türkiye öylesine genç bir nüfusa sahip ki, üstelik magazinleşmede öylesine etkin ki, "Birinci Meclis" yahut "Birinci Meclis'te İkinci Grup" deyince, ne olduğunu da kısaca bir hatırlatmak mecburiyeti var. Ana Britannica'nın tanımıyla söylersek, ilk Meclis'teki "İkinci Grup" a mensuplar, özellikle Hüseyin Avni Ulaş "İttihatçı bir özellik olarak gördüğü kişi ve dar çevre egemenliğine, merkeziyetçiliğe karşı" çıkmaktaydı. Hukukun üstünlüğünü ve halkın iradesini savunuyordu. İyi bir hukukçu olmasının da katkısıyla, cumhuriyetin demokratikleşmesini her fırsatta öneriyor, aksine gelişmeleri de eleştiriyordu. Cumhuriyeti demokratikleştirme arzusunda olan herkesin rahmetle anması gereken tarihsel kimliklerimizden biri Hüseyin Avni Ulaş.
Yıllardır yazar dururum, Hüseyin Avni Ulaş Erzurum milletvekiliydi. Ama onun kendi memleketinde bir büstü dahi yok. Bu, ne hikmetse bir türlü duyulmaz. Kim, neden, niçin çekinir, bilmem. Oranın yerel yönetimleri başta olmak üzere, böyle bir vefa borcunu ödemeye yanaşan kimse olmaz ya da böyle bir "vefa" duygusunu "devlet büyükleri" nden başkasına göstermek gelenekten değildir. Onu bunu "hain" likle suçlamak, devletin içine projektör tutanları kınamak yerine, iktidar partisinin Erzurum milletvekilleri bizde eksik olan vefa duygusuna öncülük etseler, belki de bunun statükonun tehlikeli öpücüğünden fazlasıyla etkilenmeye başlayan kendi partilerine yararı dokunur. Dokununca da statükoyu çağdaş ölçütlere göre dönüştürme ile statükonun temsilciliği arasındaki önemli çizgi başta AK Parti yönetimi ve iktidar olmak üzere herkes tarafından yeniden düşünülüp tartışılır.
|