|
|
|
|
|
Tarihi salon yıkıldı herkesin dili açıldı
|
|
Geçtiğimiz hafta Beyoğlu'nun eşsiz tarihi binalarından Saray Sineması'nın akıbetini ele almıştık. Aldığımız tepkiler konuya tekrar değinmemizi gerektirdi.
Geçen pazar size alışılmış Sinema Sohbeti yerine, birden öğrenip şok geçirdiğim Beyoğlu Saray Sineması'nın tahta perdeler ardındaki yıkılma öyküsünü anlatmış ve en az üç çeyrek asırlık bu salona ağıt yakmıştım. Aldığım çeşitli yankılar ve konunun önemi nedeniyle, bu hafta da bu konuyu sürdürüyorum. Önce şunu söyleyeyim: sadece okurlardan ve ilgililerden yankı geldi. Sayfasının üzerinde kocaman harflerle İstanbul yazanlar dahil kimse, kentin en eski tarihi salonlarından birinin yıkılmasıyla ilgilenmedi. İstanbul sevgisi denen herhalde bu olsa gerekti!.. Tepki gösteren sanatseverler, sanılacağı gibi yalnızca o dönemi yaşamış yaşlı-başlı insanlar değildi. Örneğin 18 yaşında olduğunu yazan bir öğrenciden bile "üzüntü mail'i" aldım!.. Ama tüm okur tepkilerine örnek olarak Kanada, Toronto'dan yazan Altan Unan'inkini vermek istiyorum. Altan bey şöyle dedi: "Saray Sineması'nı yıkan kafa sayesinde İstanbul'a hiçbir eski kuruluş yaşayamadı. Belki Rejans'ın dışında... Paris'e gidersin, 'Filanca et Fils (Filanca ve oğlu)' diye firmalar vardır, kapılarında 1870'den beri yazar. Londra veya New York'a gidersin, 'Filanca and Sons, since 1884' yazar. Viyana'da Beethoven'in yemek yediği, Mozart'ın kahve içtiği yerler hala ayaktadır. Osmanlı döneminde meşhur olup hala ayakta olan hangi kurum var? Abdullah bile gitti. Saray tarihi hazineydi, yazık oldu."
KASTELLİ'NİN TEPKİSİ İlginç bir tepki de Banker Kastelli diye bilinen Cevher Özden'den geldi. Yazıyı "içi burkularak" okuduğunu söyleyen Cevher bey, orada 1955- 1960 arası muhasebe memuru olarak çalıştığını belirtiyor. Sinemayı da içeren Sinem Han'ın ait olduğu Umumi Sigorta Şirketi'nin geçmişini ve sahibi Mösyö d'Andrea'nın ölümünden sonra Necdet Çoban ve Erdoğan Demirören'in eline geçme öyküsünü anlatıyor ancak bu sayfanın konusu dışında olduğu için yer vermiyorum. Cevher bey, benim unuttuklarımı tamamlıyor ve "akustuği Beyoğlu'nun en iyisi" olan bu salonda Yahudi Menuhin, Suna Kan, Verda Erman, Serge Lifar Balesi, Piccolo Teatro gibi sayısız sanatçının da sahneye çıktığını hatırlatıyor. Bu tepkiler karşısında konunun sahiplerini, yani Büyükşehir ve Beyoğlu belediye başkanlarını aradım ve görüşlerini istedim. Büyükşehir Başkanı Kadir Topbaş, sahibi olduğu Saray Muhallebicisi nedeniyle de konuyla ilgiliydi. Bana özetle şöyle dedi: "En az 50 yıllık müesseselerin kültürel değer taşıdığı gerçektir ve bunların yaşatılması önemlidir. İstikal Caddesi'nde ne yazık ki bu tanıma uygun birçok kurum hayatına devam edemedi. Biz, otantik bir niteliği olan Saray Muhallebicisi'ni karşısındaki bir yapıda devam ettireceğiz. Bu bina özel mülktür ve sahibi yasal haklarını kullanarak, yeni projesini Anıtlar Kurulu'ndan onay alarak geçekleştirme yoluna girmiştir." Başkan, böylece sanki bize "Saray'ı kurtaramadık, ama muhallebiciyi kurtardık" demiş oluyor!.. Ve şöyle ekliyor: "İstiklal caddesi çok önemlidir. Bu bölgedeki işletmecilerin tüm taleplerinin belediyece onanması daha doğrudur. Buraların bir kültürel miras mantığıyla değerlendirilme şartları gündeme gelmelidir." Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'a da bir dizi soru yöneltmiştim. Başkan hem yazıyla yanıtladı hem de aradı. Bu binayla ilgili ne bilgisi ne de yetkisi olduğunu söyledi. Buranın yeni hali, koruma kurulları onayıyla çok önce planlanmıştı ama uygulaması gecikip onun yönetimine denk düşmüştü. "Biz burayla ilgili tartışmaya hiç karışmadık" diyen başkan, bu parselin "kentsel sit alanı" olduğunu, ama kurullardan çıkan "otopark- mağazalar-sinema salonları-cafe ve restoranlar" içeren projeye izin vermekten başka yasal yol olmadığını savundu. Ben bu arada, giden gitti, kalanlara bakalım zihniyetiyle Demircan'a Beyoğlu'nun diğer tarihi salonlarını sormuştum. Başkan Şan Sineması'nın ilçe sınırları dışında kaldığını, Maksim Gazinosu'nun eski eser olarak tescilli olup yine koruma kurullarına gideceğini, yanan Elhamra ve yine yanan İpek Sineması/Komedi Tiyatrosu'nun da eski eser tescilli olup sahiplerinden bir başvuru olmadığını belirtti.
ÖDÜLLÜ MİMARDAN PROJE Ve asıl konu ya da sonuç... Saray gitti, yerine ne gelecek? Bunun yanıtı da, Demirören Gayri Menkul Yatırımı Geliştirme ve İşletmecilik A.Ş. adına yazan medya direktörü Özlem Yenmez'den geldi. "Saray Sineması tarih olmayacak. Sadece günün koşullarına uyumlu hale getirildikten sonra yaşamaya devam edecek" diye başlayan yazıda, şöyle deniyordu: "Burası için, sinemanın hacim ve ruhuna saygı duyarak, kültür ve sanat merkezi kimliğini koruyacak bir proje hazırladık. Ama bildiğiniz üzere, yeni sinema ve eğlence teknolojisi bu çapta büyük salonlara uygun tasarlanmadığı için, dünyanın her yerindeki büyük salonlar, yerini çok salonlu sinema işletmelerine bırakmaya başladı. Saray Sineması'nın da içinde bulunduğu binaların, Beyoğluseverler'in ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde bir "yaşam ve çekim merkezi" haline dönüştürülmesi amaçlanıyor". Bunun için de, Ağa Han Mimarlık Ödülü sahibi mimar Han Tümertekin bir proje çizmiş. Yazıda ayrıca Demirören Gayrimenkul'un bu yıl Beyoğlu'nu üs edinecek olan ve Arkitera tarafından düzenlenen 2. Uluslararası İstanbul Mimarlık Bienali'ne maddi olarak ve proje bazında destek verdiği, buna koşut bir çalışma olarak, Beyoğlu'nun eski yapılarının tespit edilip, yaşadıkları evrelerin gün ışığına çıkarılmasını sağlayacak bir araştırma ve belgeleme çalışmasına da başladığı açıklanıyor. Şirketten aldığım bir diğer bilgi de, tarihi salon yıkılmadan önce tüm rölöve çalışmalarının yapıldığı ve de mimar-sinemacı Cem Yardımcı'nın yeni binanın yapımıyla bütünlenecek bir belgesel film çektiği. Bu olumlu çabalar da gösteriyor ki, Demirören Şirketi Beyoğlu ve kültür tarihimiz açısından eşsiz bir binayı yok ettiğinin bilincinde. Elbette yapılacaklar güzel, elbette buranın canlı, hareketli ve içinde kültürü de barındıran bir merkeze dönüşme projeleri çok ilgi çekici. Ama bize eski Saray'ı, o kültür, ses, müzik, gösteri ve performans sarayını, o salonun ahşabına, kadife perdelerine, deri koltuklarına, yaldızlarına ve süslemelerine sinip kalmış anıları kim geri getirecek? Olayı bana ilk haber veren Emek Sineması'nın emektar müdürü Hikmet bey dostumun gözlerindeki yaşları kim kurutacak? Bu hesap-kitap, işletmecilik ve rantabilite, modernlik ve teknoloji, konfor ve "design" çağında, bizim gibi gönlünün bir köşesinde hep eskileri barındıran romantiklerin acısını tam olarak kim dindirecek? Bu demode soruları biz yine de sormuş olalım...
|
|
|
|
|
|
|
|
|