Gözlüğün rengi
Zor bir yıl biterken gelecek yıla güvenle bakabilmek hoş olurdu. Yazık ki 3 Ekim tarihinden, daha doğrusu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin hükümetin yanlış anlamakta ve anlatmakta ısrar ettiği türban kararından beri bunu yapabilmek güçleşti. Aslında dış politikada bitmekte olan yıl Türkiye açısından genelde başarılı geçti. Ülke, hedeflerinin birçoğuna ulaştığı gibi dış politikasında günün koşullarının gerektirdiği esnekliği de gösterebildi. Üstelik kendi çevresindeki ülkelerdeki gelişmelere yapıcı şekilde müdahale ederek bölgedeki ağırlığını da kanıtladı. Ancak şurası da açık ki gelecek yıl Irak'ta rejimin dikiş tutmaması ihtimali güçlü. Irak'ta sınır değişikliğine kadar gidecek bir çalkantı ise bölge ve Türkiye açısından büyük sıkıntı yaratır. Benzer şekilde İran'ın nükleer programıyla ilgili müzakerelerin sonuçsuz kalması bu ülkeye yönelik havadan askeri operasyon dahil Türkiye'yi rahatsız edecek tatsız ihtimalleri gündeme getirebilir. Suriye'deki rejimin Hariri suikastındaki rolünün kanıtlanması bile daha bir süre rahatsız edici bir gelişmeye yol açmayacaktır. Zira Baas rejiminin yerine gelebilecek, dünyanın da kabul edebileceği bir alternatif şimdilik ufukta gözükmemektedir. Bu yıl ABD-Türkiye ilişkilerinin makul bir çerçeveye oturtulması gerçekleştirildi. Irak'ın geleceği ve bu ülkenin toprak bütünlüğü korunurken işleyen bir siyasi sistemin kurulabilmesi hedefi etrafında ortak çıkar alanlarının yeniden kurulmasına başlandı. İstanbul'daki Sünni-ABD elçisi buluşması ve Türkiye'nin Irak'taki yapıcı rolü bu gelişmeye katkı yaptı.
Kürt oluşumuna bakış Türkiye'nin Irak politikası da bu ülkedeki yeni gerçekleri veri alan bir yaklaşımı giderek daha fazla benimsedi. Kuzey Irak'taki Kürt oluşumunun bir öcü olarak değerlendirilmesinden, Türkiye'nin birlikte işyapabileceği bir siyasi varlık olarak kabul edilmesi noktasına yavaşça da olsa gelindi. Bir fiyasko Rusya ile ilişkilerde yaşandı. Başbakan Erdoğan ve Başkan Putin bu yıl bir kaç kez buluştular. Ancak Türkiye'ye derin stratejik hamle olarak sunulan, ekonomik ilişkiler açısından da öyle kabul edilebilecek olan açılım, siyaseten cılız kaldı. Türkiye tüm iddiasına rağmen BM Genel Sekreterinin Rumlara çatan Kıbrıs raporunun Güvenlik Konseyi'nde tartışılmasını engelleyen Rusya'nın bu tutumunu değiştirmeye muvaffak olamadı. Türkiye dünyada yeni bir düzen kurulurken, Doğu'dan da bakılsa Batı'dan da bakılsa en imtiyazlı konumda ki ülkelerden birisi. Bu imtiyazlı konumdan kendisi için güç, toplumu için de refah üretebilmesi iyi yönetilmesine ve tutarlı, hurafelerden arındırılmış bir gelecek vizyonuna sahip olmasına bağlıdır. Karamsarlığın nedeni bugünkü yönetici kadroya tam da bu noktada güven inin azalmakta oluşudur. İzmirlilik notu: Başbakan Erdoğan'ın İzmir hakkında konuşurken neyi kastettiği bir noktadan sonra önemli değil. Hangi anlamı yükleyerek İzmir'i tanımlamaya kalkmış olursa olsun İzmir'de Başbakan'ın, son çıkışlarının ışığında kolaylıkla içselleştiremeyecek gibi göründüğü bir temel özellik vardır. İzmir'in tüm nitelikleri onun bu temel özelliğinin sonucudur aslında. Son dönemdeki izan ve sabır eksikliğine, ayarı kaçan dile ve evham sınırlarında dolaşan tepkilerine bakıldığında Başbakan en çok İzmir'in bu temel özelliğinden rahatsızdır ve şikayetçidir. İzmir özgürdür ve özgürlükçüdür. Bu özelliğin beraberinde getirdiği sorumluluk, dünyaya açıklık, çağla birlikte yaşama arzusu ve medeni (yani kentli) cesaret ise bazı siyasilerin kolaylıkla taşıyamayacağı yüklerdir. Okurların Noel ve Hanuka bayramlarını kutlarım.
|