Şişli
Birkaç eski film birden yeniden gösterimde. Bunlardan gözü dönmüş bir grubun şiddet aşkı ve saldırganlığıyla ilgili olarak epeyce yazı yazıldı. İstanbul Emniyet Müdürü'nün Başbakan'ın dünürünü korumak üzere üç vardiyada 27 polis görevlendirirken, olay çıkacağı belli bir davada gerekli önlemleri aldırmamış olma ayıbını taşımasına da değinen oldu. Oportünistlerin boy gösterisi, her tahrik olayının kadrolu göstericilerinin rahatça insan tartaklamalarına göz yumulması gün boyu televizyonlardan izlendi. CHP ve onun Genel Başkanı'nın fikir özgürlüğü gibi sosyal demokrat olmanın temel ilkelerinden birine asla inançlı bir bağlılıkları olmadığı da yeniden ortaya çıktı. Sonuçta bu ülkeye en çok ihanet edenler, Orhan Pamuk'a kızan insanları bile mahcup edecek bir ilkellik sergiledi. Daha kötüsü siyaset sınıfının ezici ekseriyeti bir demokraside fikir özgürlüğünün yerini pek de önemsemediğini iyice ortaya döktü. Haluk Şahin'in yazdığı gibi bunda Türkiye'de ifade özgürlüğü geleneğinin zayıf olmasının mutlaka payı var.
Milliyetçilik söylemi tutmadı Ama burada asıl dikkat edilmesi gereken şey siyasi iktidarın basiretsizliği, samimiyetsizliği ve demokratik reformlar konusunda yoldan çıkmışlığının tesciliydi. Başbakan on aylık hapis cezasını kalkan olarak kullanarak, "Pamuk için gelenler ben içerdeyken neredeydi" diye soruyor. Daha kötüsü kendisini AİHM kararlarının insan haklarına aykırılığını savunacak kadar seçim popülizminin ferahlatıcı kucağına atıyor. Fikir ve ifade özgürlüğüne inanmanın esnaf usulü pazarlığa tabi olamayacağı gerçeği bir yana, belli ki Başbakan Erdoğan dönemin Amerikan Başkonsolosu'nun mahkumiyet kararının ardından kendisini makamında ziyaret ederek verdiği desteği de unutmuş. Öyle anlaşılıyor ki bu hükümet çeşitli nedenlerle demokratikleşme ipini tutmaktan vazgeçti. 17 Aralık sonrasında da hükümet AB'ye yönelik hoşnutsuzluğunu, AB işlerini boşlayarak göstermişti. Bir ara milliyetçiliğe oynamış, oraların tapulu arazi olduğunu görüp tekrar yoluna dönmüştü. Başbakan'ın sonradan neredeyse yaptığına pişman olduğunu düşündürtecek Diyarbakır ziyareti ve konuşması da bu dönüş sonrası gerçekleşmişti. 3 Ekim'e doğru işlerin pek yolunda gitmeyebileceği kaygısı da iktidarı harekete geçirmiş, İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri konferansının yapılmasını bizzat Başbakan arzulamıştı.
Erken seçim cilaları mı? AB ile müzakerelerin başlamasından sonra iktidar partisinde gene hoşnutsuzluk var. Kıbrıs konusunda AB'nin sergilediği basiretsizlik ve kötü niyet, 3 Ekim'e kadarki sürede sarfedilen bazı sözlerin verdiği rahatsızlık bunu açıklayabilir. Ayrıca ABD ile ilişkilerin iyiye gitmesinden kaynaklanan bir aymazlık da son dönemin rehavetinde, söylem ve tutumda rol oynamış olabilir. Belki de Başbakan ve arkadaşları arzu etmedikleri ancak gitmek zorunda kalabilecekleri bir erken seçime yönelik olarak demokratlıklarını naftalinleyip muhafazakârlıklarını parlatarak yatırım yapıyor. Şişli Adliyesi'nde yaşanan rezaletin rezillik düzeyi dünyanın ne dediğiyle de ölçülmemeli. AB üyesi ülkelerin bazılarında yaşanan adli skandallar ve Türk kamuoyu açısından da Fehriye Erdal davası, böyle bir değerlendirmeyi gereksiz kılıyor. Bu davanın kendisi, adliye binası içinde ve dışında yaşananlar Türkiye'nin devlet ve toplum olarak kendisine nasıl bir gelecek kurmak istediğiyle alakalıdır öncelikle. Ve yarattığı utanç ancak o açıdan değerlendirilmelidir. Kanunu değiştirmeyen iktidar, güvenliği sağlamayan ve saldırganlara serbestçe şiddet sergileme imkânı veren tavrıyla Emniyet'in nerede durduğu belli. Bir soruyu cevaplamaktan imtina eden Adalet Bakanı'nın da. Türkiye ise orada durmamalı.
|