|
|
|
|
|
|
| |
AK Parti'nin alt ve üst kimliği
IMF yeni stand-by'ı onayladı ve 1.6 milyar dolarlık krediyi de serbest bıraktı. IMF'nin onayı ile birlikte 24 Kasım tarihli 26 maddelik niyet mektubu da açıklandı. Türkiye, niyet mektubunda 2006'da 'enflasyon hedeflemesine' geçmekle kalmıyor, daha önceden belirlenen aylık enflasyon tahminlerini de ay be ay tutturma garantisi veriyor. Daha önceleri rastlanmayan bu özgüvenin haklı gerekçeleri var, başta enflasyon.. Olağanüstü bir gelişme olmaz ise enflasyon bu yıl yüzde 8'in altında kalacak. Gelecek yılın toplamında da yüzde 5 civarında seyretmesi beklenmekte. Faizde de düşme devam ediyor. Son binde 25'lik indirimle şu anda yüzde 13.5'e düştü. Son üç yıl içinde faizdeki indirim yüzde 30.5'e vardı. Yatırımları kışkırtması beklenen kurumlar vergisi indirimlerinin önemini unutmamak gerek. Mali disiplin konusundaki tavizsiz uygulama sayesinde Türkiye kamu açıklarında Maastricht Kriterleri'ni yakalayarak kendi açıklarını GSYİH'nin yüzde 3'ünün altına indirdi. GSMH'nin yüzde 6.5'i olarak belirlenen faiz dışı bütçe fazlası uygulaması bu başarının kilit taşı. KİT'lerin özelleştirme sürecindeki performans ile ülkeye gelmeye başlayan doğrudan yabancı sermaye yatırımları da bu resmi tamamlayan diğer başarılar. Türkiye'ye cumhuriyet tarihi boyunca gelen sermayeden fazlası son beş yılda geldi. Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorking Türkiye'nin bir denetim firması tarafından yükseltilen reyting notunun diğerleri tarafından da yükseltileceğini müjdeledi. Makro ekonomik göstergelerdeki tek ciddi sorun ise cari açık. Dünya Bankası mevcut ekonomik başarının sürmesi halinde bu olumsuzluğu 'yönetilebilir bir risk' olarak görmekte. Yükselen petrol fiyatları ve yükselen TL nedeniyle sürekli artan 'cari açığı' en büyük sorun olarak gören IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger de alınan önlemlerle bu sorunun kontrol edilebileceğini düşünmekte. 'Gündem belirleyebilen' ve 'beklenti yönetebilen' bir siyasal anlayış için ekonomideki bu büyük başarı zil çalıp oynayacak bir durum.
Dağınık bir biçimde de olsa AB ile 'müzakere süreci' başlamış durumda. Tehlikelere çok açık bir zemin olan Ortadoğu'da ise Ankara'dan beklenmeyen bir esneklik görülmekte. Ekonomide ve dış politikadaki bu gelişmeler, başarının sahibi olan siyasal iktidar tarafından gölgeleniyor. AK Parti kadroları ekonomi ve dış siyasetin artılarıyla eksileri üzerine yoğunlaşıp, sosyal konulara çözüm aramak yerine 'içki yasağı' ya da 'Ankara'nın askeri görüntüsü' gibi garipliklerle uğraşmayı tercih ediyorlar. Kürt sorunu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı konularındaki tutarlı girişimler, kısa bir zaman sonra bu adımları atanların tuhaf çıkışlarıyla ilkeli çerçeveden yoksun kalıyor. AK Parti yeryüzü dinamiklerine uygun hareket ettiğinde başarı sağlarken, kendi tabanının muhafazakar unsurlarına kilitlendiğinde ortaya şizofrenik bir durum çıkıyor. Kamu açıkları konusunda Maastrich Kriterleri'ni yakalayanlar ile içki yasağıyla uğraşanlar aynı insanlar mı? AB müzakere tarihini başlatan irade ile Göztepe'ye cami sloganıyla kimilerinin ekmeğine yağ sürenler aynı partide mi? Türkiye ekonomide ve siyasette liberalleşiyor. Ekonomide piyasa, siyasette de AB sayesinde liberaldemokrat bir anlayış mahcup bir şekilde sahneye giriyor. Örneğin kimlik eskiden devletçe belirlenirken şimdi "bunun hukuksal çerçevesi dışındakine devlet karışmasın" tartışmasına geçiliyor. Ne var ki, bu köklü değişimin en önemli aktörü olan AK Parti başarısının temel felsefesinden uzak bir görüntüyü özellikle iç politikada gündem haline getiriyor. İktidar partisi ve kadroları da bu aşamada zorlanıyor. Ancak zorlanırken, yeni dönemin koşulları ve çerçevesi üzerinde enerji sarf etmek yerine, eski anlayışlardan medet ummak ve bunlara dönmek deli saçması bir görüntü veriyor. Türkiye'nin "alt ve üst kimliklerini" tartışırken bir de AK Parti'nin alt ve üst kimlikleri arasında sorun yaşıyoruz. Galiba AK Parti'nin de kendi alt ve üst kimlikleriyle çözemediği ciddi bir derdi var.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|