| |
Bağımlılığın bedeli
Bizzat Enerji Bakanı Hilmi Güler'in açıkladığı verilere göre, Türkiye tükettiği enerjinin yüzde 72'sini yurtdışından sağlıyor. Dahası bu oran hızla yüzde 80'lere doğru gidiyor. Bu bağımlılığın ne büyük tehlikelere gebe olduğunu anlamak için İngiltere ve Ukrayna'daki gelişmelere bakmak yeterli.
İngilizler şaşkın. Doğalgaz iki haftada yüzde 100 zamlandı. Dahası bu kış elektrik kesintileri olacağı açıklandı. Nasıl şaşırmasınlar? Petrol zengini olduklarını sanıyorlardı. Öyle ya; 1980'lerde Kuzey Denizi'nde bulunan petrol ve doğalgaz yataklarıyla büyük üreticiler arasına katılmamışlar mıydı? Ama artık kazın ayağı öyle değil. Tüketim sürekli artarken -kuyular kuruduğu için- üretim düşüyor. 1999'da başlayan düşüş 6 yılda yüzde 30'a ulaştı. Şimdi günde sadece 2 milyon varil petrol çıkarılabiliyor. 5 yıl sonra ise 1.2 milyon varile inecek. Doğalgazdaki düşüş de aynı oranlarda. Oysa İngiltere petrol ve doğalgaz yataklarına güvenip 15 yıl önce enerji politikasında köklü değişikliğe gitti. Kömürün elektrik üretiminde yüzde 70 olan payını yüzde 30'un altına çekti. Bu vahim hatayı bugün pahalı faturalarla, soğuk ve karanlık kış tehdidiyle ödüyorlar... Gazprom, yani Rus doğalgazına bağımlı Ukrayna'daki son gelişmeyi de aktaralım: Rusya Devlet Başkanı Putin dün, bu ülkeye doğalgazı piyasa fiyatının bir kuruş altında vermeyeceklerini açıkladı. Yani bin metreküp doğalgazı 50 dolara alan Ukrayna, bundan böyle 160 dolar ödeyecek. İsterse! Vereceğimiz bilgileri okurken, bu iki örneği gözönüzün önünde tutun.
Dünyayla çelişen politika Keşan'dan Kağızman'a, Sinop'tan Silifke'ye kadar Türkiye'nin neresinde kazmayı vurursanız, kömürle karşılaşırsınız. Bir kömür okyanusunun üstünde oturuyoruz. Türkiye'nin bilinen rezervleri 9.5 milyar ton. Ancak kömür bulunması kuvvetle muhtemel alanların yüzde 60'ına bugüne kadar el atılmadı, tahminler de yıllardır yenilenmedi. Uzmanlar 8-10 milyar dolar yatırımla rezervlerin 40 milyar tona çıkacağını ifade ediyorlar. Hatta daha da iddialı olan, Türkiye'nin 500 milyar ton rezerve sahip olduğunu söyleyenler bile var. (ABD'de son yıllardaki aramalarla rezervler 3'ten 4 trilyon tona çıktı.) 1973 ve 1979'daki petrol krizlerinde çok yara alan Türkiye, 1980'lerde Özal'ın kararıyla enerji politikalarında kömüre öncelik verdi. Bu politika sonucu örneğin 1990'da elektrik üretiminde kurulu kapasitenin yüzde 30'unu kömürle çalışan termik santrallar oluşturuyordu. Doğalgazlı santralların payı ise sadece yüzde 14'tü. Ancak 1990'ların ortasında enerji politikaları değiştirilip dış kaynaklara ağırlık verilince, dengeler alt-üst oldu. Bugün kurulu kapasitede linyit santrallarının payı yüzde 18, doğalgazlı santralların yüzde 32! Oysa OECD ülkelerinde kömürün payı yüzde 40, doğalgazın ise yüzde 11. Daha kötüsü devletin işlettiği termik santrallar yüzde 16, hidrolikler yüzde 30 kapasiteyle çalışıyor, doğalgazlı özel santrallar ise yüzde 87. Anlamı: Doğalgazın önünü açmak için termik santrallar ya kapatıldı, ya da üretim tek üniteye indirildi. Bir termik santralda en az 3 bin işçi, bir doğalgaz santralında en çok 200 işçi çalıştığını, termik santralın elektriğin kilovat/saatini 1-3 cent, doğalgazlıların ise 6-11 cent arasında devlete sattığını da vurgulayalım. Kömür üretiminin -talep yokluğundan- düşmesine mi yanarsın, termik santrallarda istihdam kaybına mı, devletin pahalı elektrik almasına mı, birkaç doğalgaz santralı işletmecisi ile Gazprom'un ceplerinin doldurulmasına mı? En acısı doğalgazına bağımlı hale geldiğimiz Rusya kendi elektrik ihtiyacını ırmaklarından, kömürlerinden ve nükleer santrallarından karşılıyor; iyi mi? Sözün kısası, Türkiye kendi kendini Rus prangasına vuruyor. Birgün sökmek için ağır bedel ödemek zorunda kalabilir.
|