Gazeteci anıları
Az kalsın "gazeteci anaları" diye yazıyordum. Bir gün onu da, kısmet olursa "gazeteci babaları"nı da yazarım. Lakin anı işinde tereddütlerim var. İnsan, geçmişte yaşadığını, tanık olduğunu, yapıp yapmadığını "yıllar sonra" hangi zaviyeden hatırlayabilir? Bir olay, düşünce, eylem sıcağı sıcağına "başka" bir şeyken, onca zaman sonra, dünya, ülke, toplum, ortam, teknoloji, hakim fikirler, muhalif düşünceler, bağlılıklar, menfaatler, hayaller ve kırıklıkları ile kırgınlıklar filan değişmişken, devinim içindeyken nasıl "anı"laştırır, nasıl "yeniden yorum"lar. İnsan, "putları"nı kırarken, kendini nasıl zeytinyağı gibi çıkartabilir; "anıtlar"ını parçalayıp "anılar" halinde pazarlarken, kendini "aktif aktör" olmaktan çıkarıp nasıl "objektif gözlemci" diye tayin edebilir. Ve en önemlisi... İnsan yahut gazeteci-insan, "bir zamanlar doğru bulduğu"nu yahut doğru bulmasa bile "boyun eğdiği"ni veya boyun eğmese bile "açık ve kesin itiraz etmediği"ni yıllar sonra yerin dibine batırırken, kendini o çamurun içinden tertemiz nasıl çıkartıp alabilir?
Hasan Cemal bu konuda çok usta. Yani, "anılar"ı hatırlama, yazma, kitaplaştırma, çok sattırma konusunda. Bir kere, ne olursa olsun, bu teşebbüs ve emek ve de hafıza başlı başına iyi bir şey. Keşke hepimiz bu kadar üretken olsak. Lakin, şöyle bir kavşak var: "Anılar"ı öncelikle kendinle hesaplaşma ya da kendini kayırıp başkalarıyla hesaplaşma şeklinde tasarlamak. Mesela ben, o kavşakta kalakalırım. Hasan Cemal ise "sağa" sapıyor hiç tereddüt etmeden; yani "başkalarıyla hesaplaşma"ya. "Kimse kızmasın, kendimi yazdım"derken bile öyle. Ya da şöyle diyeyim: Genel ve yaygın bir tavır, "özeleştiri" adı altında "kendi geçmişi" ile hesaplaşır gibi yaparken, aslında "başkaları"na geçirir. "Geçirmek" amiyane oldu ama, yerindedir. O "geçirilmiş geçmiş" üstünden de, aslında bugün de "kendisi gibi olmayanlar"a şey yapar. Çünkü, geçmişte, işte gençlik falan filan biraz yanılan kendisi, bugün nihayet ve çoktandır "doğrular"ı bulmuştur. Şöyle bir tereddüdü bile olmaz: "Ulan, geçmişte yanıldıysak, bugün de yanılıyor olamaz mıyız?" Niye olsun ki!
Şimdi, Hasan Cemal'in Cumhuriyet, Nadir Nadi, İlhan Selçuk üstüne yazdıklarının hepsini değilse de bazılarını, bir başka şekilde de olsa, söyleyebilirim. Hepsini söyleyemem, çünkü onun kadar üst katlarda ve kapalı kapılar ardında ideoloji, politika, fikir ve yazı paylaşmadım. Hepsini söyleyemem çünkü, bazılarının söyleniş tarzını ve içeriğini, eleştiri şartsa bile sırtımı güçlüye yaslayıp zayıfı dövmeyi onaylamam. Söyleyebilirim, çünkü Cumhuriyet'te "köklü demokrasi inancı olduğunu" ben de düşünmüyorum; elinde gazetesiyle öldürülen okurlar ile yazarlarına ve İlhan Abi'nin kendisi de dahil, "darbelerde işkence gören" mensuplarına, okurlarına ihanet ettiğini de düşünürüm. Ama "biz" birkaç genç gazeteci, Cumhuriyet'te bir, iki yıllık kısa deneyim yaşadık, çok şey öğrenip çok şey kattık ve çok da sıkıldık; çok gençtik ve zaten ağzımıza geleni de duyanlara söyleyip çektik gittik. O sırada Hasan Cemal Cumhuriyet'i yönetmeye, Nadir Bey'e saygılarını sunmaya, Berin Hanım'ın hatırını sormaya ve İlhan Abi'den manşet ve yazılar için onay almaya devam ediyordu. Mütevazı bir "kerteriz"im var: Misal; uzun yıllar çalıştığım ve geçmişte çok şeyini onayladığım bir gazeteden, orada yazarken kimi politikalarını, yayınlarını, ilişkilerini eleştirdiğim için kovuldum. Misal; uzun yıllar eleştirdiğim bir gazetede ise şimdi yazı yazıyorum. "Kerteriz" basit bir sorudur: "Ben mi çok değiştim, yoksa onlar mı?" Ve elbette, değişen varsa, ne yönde, ne halde? "Kerteriz" kimseyi "keriz" yerine koymamak, sevaplar kadar günahları da paylaşmak, en çok nefret ettiğinin dahi doğrularını teslim etmekle de olgunlaşır. Belki "gazeteci yalanları"nı yazmalı önce.
|