| |
Ordu değişiyor mu?
Doğrusu, dün bizim gazetenin birinci sayfasında üç sütuna "Paşaya dayak davası" başlıklı Ersan Atar'ın özel haberini görünce, nasıl ifade edeceğimi bilemediğim bir duyguyla sarsıldım... Kırklareli Mekanize Tugay Komutanlığı'nda beyin kanamasından ölen er Ahmet Fenkli'nin dayaktan öldüğü iddiası üzerine Org. Hilmi Özkök'ün izniyle önce soruşturma, sonra da dava açılmış...
Daha önceleri bu tür "özel" haberlerin gazetelerin ilk sayfalarında yer bulamamasından başlayarak, geçmişte yaşadığımız bu tür olayları bir daha hatırladım. Öncelikle genelkurmay başkanının izni... Ardından soruşturma... Daha sonra dava... Genellikle ne olurdu? Önce izin verilmezdi, izin verildiyse soruşturma aşamasında iş bir üst noktaya taşınmazdı. Halbuki şimdi dava aşamasına gelinmişti.
Haberin ikinci satırı da vurucuydu... Bu dava nedeniyle Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde sadece bir yarbay, iki yüzbaşı ve iki uzman çavuş değil bir de tümgeneral yargılanıyordu... Bu da önceleri rastladığımız bir örnek değil. Önceki aşamalar atlansa da dava pek üst rütbeye uzanmazdı. Belki de bu farklılık nedeniyle birinci sayfadan anonslanan haber, "yolsuzlukla mücadele konsepti" çerçevesinde üst üste açılan davaları anımsatarak başlıyordu... Gerçekten de yolsuzluk nedeniyle bir kuvvet komutanının yargılandığını da geçmişte hiç görmemiştik... Haber, yargılanan tümgeneralin Milli Güvenlik Konseyi eski genel sekreteri olduğunu da belirtiyordu.
Er Ahmet Fenkli bundan tam iki yıl önce ölmüş... Ölüm nedeni olarak "beyin kanaması" gösterilmiş... Ailesi çocuklarının "beyin kanamasından" ölmesini garipsememiş. Kimse otopsi falan istememiş. Olaydan iki yıl sonra aileye gelen bir mektup, Ahmet Fenkli'nin "dayak nedeniyle" öldüğünü bildirmekle kalmamış, olayın detaylarını ve olayın sanıklarını isim isim sıralamış. Açılan soruşturma nedeniyle suçu kasten işlediği iddia edilen yüzbaşı tutuklanmış ve üç ay tutuklu kalmış. Şimdi de on yıla kadar hapsi istenmekteymiş.
Yıllar, yıllar önceydi, bir çavuşun ölümünün "eğitim zayiatı" diye geçiştirilmesi dikkatimi çekmişti... Ordudan "dayağın" kaldırılmasını arzulayan biri olarak, konunun üzerine gitmiştim. Ama dün okuduğum haberin sunumu ve içeriğini kapsayacak hiçbir noktaya ulaşamamıştım. Durum bir soruşturma ile kapandı gitti.
Bizde sanki devletin bir kurumu değilmiş gibi ordu konusu hep tabu oldu. Durumun normalleşmesini isteyenlere de iyi gözle bakılmadı. Halbuki, denetimden uzak kurumların nasıl zaafa uğradığını hep birlikte görüyoruz. Lockheed askeri uçak alımındaki rüşvetin ortaya çıkmaması, JİTEM'in varlığının bugüne kadar ısrarla resmen reddi, eğitim zayiatı altındaki kimi şüpheli ölüm iddialarının üzerine gidilmemesi, yolsuzluk söylentilerinin ayyuka çıkmasına rağmen aldırılmaması alıştığımız şeyler olarak süregeldi... Şimdi, belki de Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün evrensel standartlarda bir saydamlık arzulamasından doğan çok farklı bir üslup görüyoruz.
Bu gelişmeleri görüp huzursuz olanlar ve eski kapalı kutu anlayışını özleyenler var mı, bilmiyoruz... Ordunun siyaset dışında, tabulaştırılmamış normal bir konumda olmasından henüz uzağız ama bir üslup farkı olduğu kesin. Bu yerleşik hale gelecek mi, yoksa mevcut komutanla sınırlı mı kalacak onu da bilmiyoruz. Ama bildiğimiz, Türkiye'nin normalleşmesini istediğimiz. Buna ordu kurumu da dahil. Siyaset yerine askerlikle ilgilenen, vergi verenlerin denetimine açık, saydam, demokrasiyi benimseyen güçlü bir ordu... Dünkü haberin bana verdiği garip ve farklı duyguların içinde bunlar da vardı.
|