|
|
Galibiyete inanmayanlar
Federasyon ve teknik heyet, İsviçre'de oynayıp kaybettiğimiz milli maçın faturasını rakip takıma, seyircisine ve hakeme kesmişti. Yenilgiden yara almadan çıkmanın da herhalde tek yolu buydu. Verdikleri demeçlerle de 'başarısızlığı' es geçip işi Türkiye'deki maça ertelediler; yükü de seyirciye ihale ettiler. Bu artık milli bir meseleydi ve A'dan Z'ye herkesi ilgilendiriyordu. Sorumluların kendini koruma içgüdüsü ile oluşturduğu bu havayla İsviçre kafilesi tepkiyle karşılandı. Otobüslerine yumurta atıldı... Kadıköy'deki finale de bu atmosferde çıkıldı. Saha hazır, seyirci hazır, seremonideki kenetlenmeye bakılırsa futbolcu da hazır; maça başlandı. Demek ki, federasyonun turu geçebileceğimize inandırma çalışmalarına 'siyasi protokol hariç' herkes inanmıştı. Protokol Tribünü'nde Spordan Sorumlu Bakan ve bir iki milletvekili dışında hiçbir hükümet mensubunun ve milletvekilinin olmaması; bizce galibiyete inanmadıklarının ifadesiydi. Protokoldeki bu fotoğraf, eski katılımlarla kıyaslandığında 'kaybedilen yerde olmama' psikolojisinin açık yansıması gibi görünüyordu. Bu duygularla başladığımız maçın birinci dakikasındaki penaltı olmasaydı, yakaladığımız 3. golle işi biterecektik. Rakipten yediğimiz ikinci gol olmasaydı; bulduğumuz 4. golle turu geçip yine yanıltacaktık onları... Kimi? İnanmayanları... Ama sonuçta kazanan İsviçre olurken protokole gelmeyenler de tahminlerinde haklı çıktı. Öyle inanıyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti'nde yürütmeyi oluşturan bu siyasi protokol, galibiyete inanmıyorsa; bundan sonra federasyona da inanmayacak demektir. Ve yine tahmin ediyorum ki, bu sonuç bir süre federasyondan kopuşların yaşandığı bir sürecin başladığı anlamına geliyor.
|