Saygılarımla
Hani, "burdan başka" aslında "bir sürü İstanbul" vardır da, yokmuş gibi yapılır ya... "Ordan başka" da "bir sürü Paris" var. "Paris yanıyor" denince, yanan, o ünlü anlatı ve filmdeki gibi Eyfelli, afili Paris değil... Adı aslında Paris bile olmayan, Paris'in kenarına yığılmış, bir bakıma içeri girmesi yasak, neredeyse kaderine terk edilmiş, kültüreldini farklılığı ile baş başa kalma isteğinden daha da fazla saç saça baş başa bırakılmış "banliyöler." Bir zamanlar "sayfiye" ile eşanlamlı iken, şimdi "sefalet" ve "şiddet, tehlike" manasındaki o kırılgan mekan; "Muhafazakâr Avrupalı"nın kendini, ülkesinde, kentinde kuşatılmış görmesine neden olan... Aslında yoksul Fransız ile yoksul göçmenin birbirine komşu, lakin birbirine düşman edildiği yerler. Kimse elbette o "patlamış Müslüman şiddeti"ne muhatap olmak istemez, kentinin yakıldığını görmek, suç oranlarının artışını yaşamak istemez. Ancak, şu da var.
Konuşulan tüm göstericiler yahut şiddete karşı olduğunu beyan edip "ancak şu da var" diye devam edenler, ısrarla diyor ki: "Kimliğimize ve insanlığımıza saygı istiyoruz!" Sakın, şu binyılın değilse bile, yüzyılın kilit talebi bu olmasın. Haklısınız; ne zaman değildi ki! İnsanlar haysiyetlerine, uluslar bağımsızlıklarına, topluluklar dinlerine, inançlarına, milliyetlerine, etnisitelerine, işçiler, köylüler emeklerine, ürünlerine, haklarına, özgürlüklerine, insanlıklarına saygı duyulması için ayaklanmadılar mı? Kadınlar, gençler bu taleple kıpırdamadılar mı? Yüzyılların, adına "tarih" denen sayfalarının bir yüzü, "kendisine saygı" talebinin dillendirilmesi, öfkesi, isyanı ve kurumlaşması değil miydi? Bir başka yüzünün de tamamen, "kendisine saygı"yı fazla abartıp başkalarının hakkına, toprağına, emeğine, ırkına, kökenine, inancına mutlak kayıtsızlık ve saygısızlıkla yazılması gibi. Bütün bu sayfalara; otorite, tahakküm, sömürü, talan, baskı gibi "saygı" ile karıştırılanların bulaşması... Mesela sınıfsal, toplumsal, ekonomik açılardan aslında saygısızca horlananların bu kez milliyetlerine, dinlerine, ırklarına filan sıkı sıkı sarılıp başkalarını horlamaya ve imhaya koşturması gibi. Ezilenin, boynu bükülenin, tahakküm ve emir altında inleyenin, ikinci sınıf insan muamelesi görenin, aşağılananın da, pekala, bir başkasının boynunu eğdirmeye, onu inletmeye, üçüncü sınıf insan muamelesi yapmaya, yerin dibine batırmaya koşturması gibi.
Pek saygılı, sevgili, saygıdeğer, makamlı, statülü hayatlarımızda, "itin kopuğun şiddeti"ni elbette nefretle karşılayan bizler, yani burada Türkiye'de, orada Fransa'da, şurada ABD'dekiler... Bu "saygı talebi"ni... Horlanmama, genellemelerle aşağılanmama, hayatın çöplüğüne ait görülmeme, kafadan zanlı ve suçlu kılınmama, dininden, milliyetinden, etnisitesinden, tipinden, dilinden, şivesinden, sakalından, örtüsünden, örtüsüzlüğünden, inancından, inançsızlığından, farklı ibadethanesinden, dedelerinin işlediği insanlık suçlarından yahut dedelerinin ihanetlerinden, kültüründen veya kimine göre kültürsüzlüğünden, sınıfından, işinden, işsizliğinden, yoksulluğundan, ailesinden, kimsesizliğinden, zaaflarından, cinsiyetinden, cinsiyetsizliğinden, farklılıklarından, sorularından, meraklarından, cevaplarından, fikirlerinden, itirazlarından, sessizliğinden ve feryadından, rütbesinden ve rütbesizliğinden, markasızlığından, kılıksızlığından, renginden, renksizliğinden... Her ne ise ve bu bir şekilde kimi insana özgü ise... İşte ondan ötürü "saygısızlığa müebbet mahkûm" olmama isteğini ciddiye almak zorunda. Keşke vicdan ve insaniyet namına olsa ama; hiç değilse şey korkusuna!
|