Mücadele ahlâkı
Dün yüksek mahkemeye atanması teklif edilen yargıç Samuel Alito nedeniyle siyasi savaşa hazırlanan Amerikan başkentinde, Rosa Parks'ın cenazesi vardı. Dün Washington Post gazetesi CIA'nin gözaltına alınan bazı şüphelileri dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde gizli merkezlerde sakladığını ortaya çıkardı. Başkan Yardımcısı Cheney de devlet sırrı açıkladığı gerekçesiyle hakkında dava açılan yardımcısı Lewis Libby yerine, karanlık işleri karanlıkta yapmayı seven iki yardımcısını atadı. Amerikan demokrasisinin yüz karası olan eyaletlerdeki resmi ırk ayrımcılığı uygulamalarının kalkmasına yol açan Medeni Haklar hareketinin sembol simalarından biriydi Rosa Parks. 1 Aralık 1955'te Alabama eyaletinin Montgomery kentinde bindiği otobüste beyaz yolculara yer vermesi istendiğinde bunu reddetmişti . Artık yalnızca siyahların su içebildiği çeşmeleri, yalnız siyahların binebildiği asansörleri kullanmaktan, sıraların sonuna gönderilmekten, "renklilere" ait koltuklarda oturmaktan bıkmıştı. Parks'ın da parçası olduğu Amerikan medeni haklar hareketi, on yıllık bir sürede vatandaşlık haklarını elde etmeyi başardı.
Şiddet olmadan kazandı Bu gelişme ABD'de ırk ayrımcılığını yok etmedi. Açıkça yapılan ayrımcılık, gizli yapılmaya başladı belki ama siyahların bir kısmı, orta sınıfa dahil olarak toplum içinde yükseldi. Ancak Amerikan siyahları bir toplumsal grup olarak kendilerini daha iyi noktalara taşıyamadı, sonradan gelen göçmen grupların bile arkasında kaldı. Belki de en kötü gelişme siyahların yoğun olduğu mahalleri terk eden orta sınıfların gitmesiyle fakir çocuklara iş ve ahlâki disiplin ya da etik konularında örneklik yapacak kimse kalmamasıydı. Karmaşık süreçlerin, gizli ayrımcılığın ve bu toplumsal gelişmenin de katkısıyla siyahların yaşadığı mahallelerde şiddet giderek bir hayat biçimi haline gelmişti. Bu şiddet zaman içinde geniş toplulukları çürüttü, siyahların geriliğinin bir parçası oldu. Öyle ki siyahların vatandaşlık haklarının kazanılmasında büyük rolü olan Rosa Parks 82 yaşındayken, esrarla kafayı bulmuş, işsiz ve içinde yaşadığı sisteme büyük öfke besleyen bir gencin saldırısına uğramış, parası çalınmıştı. Büyük bir haksızlığa ve utanç verici bir ayrımcılığa maruz kalmış Amerikalı siyahların mücadelesinin de belki en önemli özelliği, hareketin Martin Luther King önderliğindeki ana damarının şiddeti dışlamasıydı . ABD gibi şiddetin çok sıradan olduğu, siyahların o dönemde, öncesinde ve sonrasında hatırı sayılır bir şiddete maruz kaldığı bir ülkede bu tavır, hareketin saygınlığının da ana sebebiydi.
Yine pozitif ayrımcılık Tüm diğer siyasi hareketler gibi siyahların hareketi de kendi oligarşisini yarattı. Sınıf farkları bu toplumun ortak paydalarını azalttı. Bunun ötesinde geri ve fakir bırakılmış bir camianın önünü açmak için gündeme gelen pozitif ayrımcılık uygulamaları (yani siyahlara okulda kota, ihalelerde öncelik verilmesi gibi politikalar) beyazların tepkisini de harekete geçirdi. Bir zamanlar silme Demokrat olan güney eyaletleri, ırk meselesini açıkça dile getirmeden ama sürekli kullanan Cumhuriyetçiler'e kaydı. Belki daha vahimi siyahların eşit vatandaşlık haklarına yasal olarak kavuşmalarından kırk yıl sonra liberal ve sol destekçiler de yerleşik siyasetlerin yarattığı rehavete tepki göstermeye başladı. Rosa Parks ve o dönemdeki dava arkadaşı olan sıradan siyahlar temelde ahlâki bir mücadele vermişti. Belki biraz da o nedenle envai çeşit ahlâksızlığa prim vermiş, halkına yalan söylemiş bir yönetimin ona gösterdiği ilgi dudakların bükülmesine yol açtı.
|