| |
Siyaset Belgesi'ni kim sızdırdı?
Milli Güvenlik Kurulu 24 Ekim tarihinde toplanarak Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ni kabul etti. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, basındaki haberlere göre bir yılı aşkın bir süredir hazırlanıyordu. Ortaya çıkan taslağa askerlerin bazı noktalarda itiraz etmesi nedeniyle belgenin kabulü biraz daha uzamıştı. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin içeriği, Milli Güvenlik Kurulu'nun hemen ertesinde birçok gazetede birinci sayfadan anonslarla gösterilen haberlere konu oldu. Hürriyet ise 26 Ekim günü, metnin özetini "Gizli anayasaya aşırı sağ rötuşu" cümlesiyle manşete taşıdı. "Gizli anayasa" ibaresi hemen hemen tüm haberlerde yer aldı.
İçeriğini sadece on beş kişinin bildiği Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin basına sızdırılmasının, Tayyip Erdoğan yurt dışındayken Başbakan Vekili olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü kızdırdığını ise 28 Şubat tarihli gazetelerde okuduk. Abdullah Gül kızmakla kalmamış istihbarat örgütüne "köstebeği" bulma emri de vermişti. Önceki günkü Cumhuriyet Resepsiyonu'nda Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt ise "köstebeğin" bulunması için Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ni "en uzun" veren gazeteyi işaret etti. Haberi "en uzun veren gazete"nin hangisinin olduğu da yeni tartışmalara yol açtı.
Türkiye "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi"ni basına kimin sızdırdığının "polemiği"ni yapıyor ama demokratik bir ülkede, "gizli anayasa" sayılabilecek bir metnin nasıl var olabileceğini tartışmayı es geçiyor. Milli Güvenlik Kurulu'na "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi" hazırlama görevini kim veriyor? Kim verecek, 12 Eylül askeri darbe anayasası...
Halkın oylarıyla seçilen bir meclis olacak... Onun içinden çıkan bir hükümet olacak... Bir yargı olacak... Bunların işleyiş mantığını ve ruhunu düzenleyen bir anayasa olacak... Ama bununla yetinilmeyip bir de "gizli anayasa" oluşturulacak... Meclis, hükümet, halk bir yanda, "gizli anayasayı" bilen on beş kişi diğer yanda... Siyaseti kim belirleyecek, Meclis ve ondan güç alan hükümet mi, yoksa Milli Güvenlik Kurulu'nda oluşturulan "gizli anayasa" mı?
Türkiye'de hiçbir siyasal iktidar "demokratikleşmenin" hayata geçirilmesi için 12 Eylül zihniyeti ile hesaplaşmaya girmedi. 35. Madde'yi şimdi tartışan Süleyman Demirel'in hükümeti, 12 Eylül'e karşı kapsamlı bir demokratikleşmeyi başarmak için neler yapılması gerektiğini çok ayrıntılı bir biçimde "hükümet protokolüne" yazdı ama o program raflarda kaldı... AK Parti hükümeti de, AB'nin ittirmesi dışında topyekün bir demokratikleşme yerine "kadro hesaplaşmasını" yeğledi... YÖK'ü lağvetmek yerine, konjonktürel hesaplar yapmak ise neredeyse kaldırılmasında ortak mutabakat olan YÖK'ün yaşamını uzattı. Şimdi yaşanan suni gerginliklerin tümünün temelinde toplumsal bir demokratikleşme yerine "siyasetin rant dengelerini" gözetmek yatıyor... Hakim ve Savcılar Kurulu'ndan, Malatya'daki Çocuk Esirgeme Kurumu'na kadar "partizanlık" esas alınır da, ehil olma ölçüsü gözetilmezse mevcut abuk sabuk savrulmalar ortaya çıkar...
AB süreci, teknik bir hizmet örgütü olan devletin işlevinin nitelik kazanması ve devletle toplumun demokratikleşmesi hedefini içeriyor... "Gizli anayasanın" varlığının demokrasi ile ne kadar bağdaştığını sorgulamak yerine bunu basına kimin sızdırdığını araştırmayı yeğlemek ise demokratikleşme çabasıyla pek uyuşmuyor. Sığ sularda boğulmak istemiyorsak, şu 12 Eylül rejiminin anayasasını ve onun oluşturduğu kurumları, demokrasiyle uygunluğu açısından gözden geçirelim. AK Parti AB sürecinde elde ettiği büyük başarıyı sağlıklı bir şekilde sürdürmeyi arzuluyorsa, "yandaşlık" yerine ehil olmayı, siyasal çıkar hesapları yerine de demokratikleşmeyi tercih edip, bu tercihini yaşama taşımadaki hızını artırmalı.
|