 |  |
Korkmayın; bu yolun dönüşü yok
Türk halkının 3'te 2'si AB üyeliğini destekliyor. Ancak yine halkın 3'te 2'si Türkiye'nin AB'ye gireceğine inanmıyor... Göreceksiniz, bu karamsarlık düzeyi pek de uzak olmayan gelecekte epey aşağı inecek... Çünkü tarihin akışını değiştiren bir gelişme olmazsa, AB sürecimiz dönüşü olmayan yola girdi...
Kokusu demeçlerin satır aralarında ortaya çıkmaya başladı ... Türkiye ile üyelik müzakereleri açılması kararının nedeni 16-17 Aralık 2004 Brüksel zirvesinde verilen söz, yani "ahde vefa" değil. Medeniyetler diyalogu, AB'nin Hıristiyan kulübü olmadığını kanıtlama kaygısı da değil. Elbette bunların da etkisi var ama asıl neden AB'nin köklü bir vizyon değişikliğine gitmesi oldu. Sessiz sedasız. Bunu görmek için 3 Ekim öncesi ve sonrasının demeçlerini yan yana koymak yeterli. Örneğin Türkiye'nin üyeliğine hep olumsuz tavır sergileyen Fransa Dışişleri Bakanı Philippe Douste-Blazy bakın şimdi neler diyor ("Le Monde" gazetesinde yayınlanan demeci): "Avrupa bir yol ayrımına geldi. Herkes bize Avrupa Anayasası referandumda reddedilmesi halinde devreye girecek bir B planının varlığından söz ediyordu. Olmadığı görüldü. Şimdi önümüzde Avrupa'nın inşasına yeniden dinamzim kazandırmak gibi ivedi bir görev var. Avrupa hem coğrafi bölge, hem de siyasal proje. Ve masada iki büyük tasarı bulunuyor: Biri jeopolitik, diğeri ise siyasal entegrasyon. Jeopolitik ve siyasal yaklaşımları ayırmak zorundayız . Ben daha ileri giden bir Avrupa'yı, bir öncü grup oluşmasını destekliyorum. Bu bir zorunluluk. Hiçbir ülke de bunun dışında bırakılmamalı. Daha ileri gitmek isteyen her ülke, daha derin bir bütünleşmeyi kabul etmesi koşuluyla bu projeye katılabilmeli. Fakat Avrupa'da yarın ekonomide daha büyük entegrasyon da gerekecek. Nano ve biyo teknolojileri ele alalım. ABD bu alanlara 100 milyar dolar yatırım yapıyor. Fransa yapabilir mi? Elbette hayır. AB bu işe kafa yoruyor mu? Hayır. Birkaçının bir araya gelmesi ve giriş ücretini ödemesi gerekiyor. Bütün bunlar 25, 28 veya 30 üyeyle yapılamaz. Bu siyasal eylemde yeni sınırları temel eksen yapmayacağız."
Yarının AB'si ve Türkiye AB'nin güçsüzlüğü ve çaresizliği ancak bu kadar açık anlatılabilir. Ve de küreselleşen dünyada söz sahibi olabilmek için taze kana ne denli ihtiyaç duyulduğu... Douste-Blazy'nin açıklamaları çok önemli bir gelişmenin ipuçlarını da barındırıyor: "İki vitesli Avrupa" projesinin yeniden gündeme gelmek üzere olduğunu. Yani bir ekonomik entegrasyona giden Avrupa olacak, bir de daha derin siyasal entegrasyon isteyen bir grup ülke. Bu ikinci grup, siyasal derinleşmeyi göze alan diğer AB üyelerine de açık olacak. Benzer mesajları Fransa Cumhurbaşkanı Chirac da verdi. Üç gün önce Elysee Sarayı'nda İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile yaptığı görüşmenin ardından. Şöyle: "Geleceği düşünmeliyiz. Çocuklarımıza barış ve demokrasinin gerçekten kök saldığı mümkün olduğu kadar geniş bir coğrafya bırakmak istiyoruz. Ayrıca bu Avrupa'nın güçlü olmasını da istiyoruz. Pekala 6 üyeli AB olarak da kalabilirdik ama o birlik barış ve demokrasi konusunda geleceğin hiçbir ihtiyacını karşılayamazdı. Bu barış, demokrasi ve güç coğrafyası için Türkiye'nin varlığı mutlak bir zorunluluk. Türk ulusu bize önemli güç taşıyacak ve Avrupa'ya yarının dünyasında var olabilmek için gerekli boyutu verecek. " Kısacası Avrupa "Küresel aktör olmak için başdöndürücü hızla büyüyen bir ekonomiye ve dinamik işgücüne sahip Türkiye'ye muhtacız" gerçeğini itiraf etmeye başladı. Göreceksiniz, bu gerçek birkaç yıl sonra Avrupa halklarının da can simidi olacak ve Türkiye karşıtları azınlığa düşecek. Başlıkta da belirttiğimiz gibi, Türkiye'nin AB süreci, çok vahim, telafi edilemeyecek bir kural hatası yapmazsak, dönüşü olmayan bir yola girdi...
|