Fiyasko?
Aslında bugün Ahmet Hakan'ın belgesellerle ilgili keskin ve haklı yazısına değinmek vardı. İstanbul'da başlayan Filmekimi film haftasında dün gösterilen bir belgeselden yola çıkarak. "Kalküta'nın Çocukları" belgeseli, Kalküta'da genelev kadınlarının çocuklarına fotoğraf dersi veren Amerikalı fotoğrafçı Zana Brisky Ross Kaufmann'la gerçekleştirmiş. Çocuklarla kurduğu bağı, onları okula sokarak kurtarma azmiyle yoğunlaştıran Brisky'nin aktardığı öykülerde hayatın boyutlarını, zulmünü, her şeye rağmen umudu bulmak mümkün. Üstelik iç karartıcı, insanın insana kurt olduğu bir dünyayı anlatan, o mekansal ve ruhsal pislikte birbirinden sıcak çocukları çekerken hiç duygu sömürüsüne kaçmamak becerisi göstermiş. Tıklım tıklım dolu Emek sinemasında teyzesi tarafından tüm çabalara karşın okuldan alınıp fahişe yapılan ya da babası tarafından okula gönderilmeyen çocukların kaderine iç çekmeyen galiba pek yoktu. Ne var ki gün, bir görsel anlatı ziyafetini, aktardığı görüntülerle insanı rahatsız eden ama gene de içine çeken bir olağanüstü belgeseli övme, analiz etme günü değil. Zira bu gece önemli bir toplantı var ve neredeyse tüm toplumu "Al atını ver tımarımı" deme noktasına getirmiş AB Türkiye'ye nasıl bir Müzakere Çerçeve belgesi sunacağına karar verecek. Belge son halini aldığında hükümet bunu kabul edilebilir bulursa masaya oturulacak. Belgeyi masaya oturacak ölçüde sevmezse ya "Bunu değiştirip gelin" diyecek ya da "Ben oturmuyorum" resti çekecek. Eğer iş Avusturya'nın ve sessiz müttefiklerinin ırkçılıkla flörtleşen dışlayıcılığının zaferiyle biterse bu da tarihin büyük fiyaskoları arasına yazılacaktır.
Kader, kaprise bağlı olmasın Türk ekonomisi olumsuz bir sonuçtan herhalde kötü etkilenir. Kısa vadede Türkiye şiddetli bir "anti-AB" hatta "anti-Batı" spazmıyla sarsılabilir. Ancak bir noktada o kriz de aşılır ve Türkiye rayına oturur. AB açısından bu fiyaskonun sonuçları dolaylı ve uzun vadeye yayılacak türden olur. Siyaseten bir global oyuncu olma hevesi terkedilecek, AB dünyada sözüne güvenilmez, ne yaptığını bilmeyen bir yaşlı ve Hıristiyan kulübü olarak görülecektir. Türkiye'nin üyelik mücadelesini destekleyen takıntıları aşmış siyasilerin ve toplumsal önderlerin varlığına rağmen. Muhtemelen AB ülkelerinde yaşayan Müslüman topluluklar kendilerinin asla birinci sınıf vatandaş olarak kabul edilmeyeceklerine hükmedecek, bununsa hayli tatsız sonuçları zamanla ortaya çıkacaktır. Türkiye meselesi üzerinden derinleşen AB kimliğindeki sorunlar ise Birliğin kendini toparlamasını zorlaştıracak belki de imkansız hale getirecektir. Stratejik açıdan AB'nin gene topal kalacak olmasına ise değinmeye bile gerek yok. Yarın sonuç ne olursa olsun Türkiye'de bir arayış da başlar. AB ile müzakere sürecinin getireceği avantajlar Türkiye'nin global ölçekte manevra alanını genişletmesine yaramalıdır. Hepsinden önemlisi Türkiye'nin sağlam bir ekonomi, çağa uygun bir eğitim sistemi ve uzun vadeli bir vizyona ve disipline sahip olma gerekliliği kendini dayatacaktır. Ülke ancak bunu becerdiğinde kendi kaderini başkalarının kaprisine bağlamaktan kurtulur. Ömrü oldukça yazası Çetin Altan'ın cuma günkü yazısında değindiği gibi, AB işi olduğunda "dünya şiirlerini çizgi filmle görsel hale getiren yaratıcı gençlerin itibarı genç bürokratlarınkini aşacaktır." Tabii o noktaya varabilmek için de "ayakta çiş etmenin günah sayılıp sayılmayacağını da bir tarafa" bırakmak gerekir.
|