Kader seçimleri
Almanya'da kritik seçime 3 gün kaldı.
Avrupa Birliği'nin birbirine bağlı krizler yaşadığı ortada. AB'nin kimliğiyle ilgili olarak özellikle Türkiye'nin üyeliği bağlamında tanık olunan tartışmalar, diğer krizlerin de yansımalarını taşıyor. AB, bir bütün olarak dünyada nasıl bir yer alacağı ve ne türden bir rol oynayabileceğine odaklanmak zorunda. Üye ülkelerde ise küresel kapitalizmin zorlamaları karşısında hükümetleri sıkıntıya sokan sosyal ve siyasal baskılar var. Çin ve Hindistan'ın şaha kalktığı, ticaretin büyük ölçüde serbest olduğu bir dünyada Avrupa'daki hakim ekonomi modellerinin yeni döneme nasıl uyum sağlayacağı sorgulanıyor. Bunlara uyum sağlamak için gereken değişimin niteliği ise siyaset sınıfını zorluyor. Meşruiyet erimesiyle karşılaşan siyasi sistemin aktörleri acilen popülizme kayıyor. Zor kararlar alınamayınca da kriz derinleşiyor, Türkiye kendisiyle alakası olmayan konular nedeniyle günah keçisi haline gelebiliyor. Nitekim bu açıdan bakıldığında ekonomik uyumu nispeten daha iyi sağlamış İskandinav ülkelerinde, ırkçılık sınırındaki Türkiye karşıtlığının izleri pek görünmüyor. Tüm bunların ışığında Almanya'da pazar günü yapılacak seçimler, ülkenin olduğu kadar, AB'nin geleceği açısından da büyük önem taşıyor. Zira AB'nin en kalabalık ve en büyük ekonomiye sahip ülkesi olarak Almanya'nın geleceğe yönelik tercihleri Avrupa'nın şekillenmesinde çok etkili olacak. Ekonomi politikaları açısından Hıristiyan Demokratlar'la Sosyal Demokratlar arasında aslında çok büyük bir fark olmamasına karşın Türkiye'ye bakışta apayrı dünya görüşleri sergileniyor. Fransa türü içe kapalı bir Avrupa anlayışıyla, yeni demografik gerekleri de gözeten dünyaya söyleyecek sözü olan bir Avrupa vizyonu Angela Merkel ile Gerhard Schröder'in ve olası koalisyon ortaklarının şahıslarında çarpışıyor.
DYP-SHP koalisyonu gibi Schröder, kaybettiği bir eyalet seçiminin ardından seçime giderek hesaplı bir risk almıştı. Seçim kampanyası sırasında ülkedeki 5 milyon işsizin varlığını unutturmayı becerdi. Üstelik kendisinden "Heidelbergli Profesör" diye bahsettiği Merkel'in olası Maliye Bakanı Paul Kirschhof'un vergilerle ilgili bir beyanını diline dolayıp çarpıtarak kendi doğal seçmeninin yüreğine korkuyu indirdi. Sosyal güvencelerin biteceğinden korkan sıradan Almanlar kendi açılarından sicili aslında pek de parlak olmayan Schröder'e doğru meyletmeye başladı. Seçim, hem Alman sağı, hem de Alman solu içindeki bölünmeleri ve kişisel husumetleri de tüm keskinliğiyle ortaya çıkardı. Seçime beş gün kala 1969'dan beri ilk kez ülkenin bir Hıristiyan DemokratSosyal Demokrat koalisyonunca yönetilmesi gündemde. Kimi uzmanlar bunun gerçekleşmesi durumunda, Alman siyasetinde Türkiye'nin 1990'lı yıllarına benzer bir sürecin başlamasından da kaygı duyuyor. Yani DYP-SHP koalisyonuna benzeyecek bir hükümetin karar alamaması nedeniyle acil işlerin kalması, marjinal partilerin yükselmesi ve seçmenin giderek merkezkaç güçlere doğru savrulmasından korkuyorlar. Seçim sonuçları Türkiye'nin AB üyeliği, Almanya ile ilişkileri ve Almanya'da yaşayan Türkler'in geleceği açısından da büyük önem taşıyor . Schröder ve Dışişleri Bakanı Fischer'in Türkiye yanlısı politikalarının Merkel tarafından tersine döndürülmesi mümkün değil gibi. Ancak Ankara bu hükümetten gördüğü anlayış ve desteği, olası bir Merkel hükümetinden herhalde bulamayacaktır.
Tüm bu meselelerin Berlin'den nasıl görüldüğünü size cumartesiden itibaren aktarmaya çalışacağım.
|