Trajedi ve kanun
Dün Bağdat'ta 648 kişinin bir anlık panik sonrasında öldüğü Kazımiye mahallesini biliyorum. O köprüden geçtim, oradaki İmam Musa Kazım türbesini de görmüştüm. İnsanları bir anda çılgınca hareket etmeye zorlayan o dehşet duygusunu da biliyorum. Geçen bahar Celal Talabani ile röportaj amacıyla birkaç günlüğüne Bağdat'a gittiğimde, düz yolda giderken bir anda şöförüm panik içinde manevralar yapmaya başladı. Ani bir frenle arabayı döndürdü. Diğer arabalar da bizim gibi çılgınca geriye dönmeye çalışıyordu. Etrafta birileri "Irkab! Irkab!" diye bağırıyordu. Herkes, ilerde bir "terörist" ya da intihar saldırısının olduğu şüphesine düşmüş, sonra da topluca paniğe kapılmıştı. Muhtemelen dün de böyle bir çığlık İmam Kazım türbesine giden insanlar arasına dehşet saçarak yüzlercesini ölüme götürdü. Bağdat'ta olduğum çeşitli defalarda, kentteki Şii gerçeğini anlayabilmek, yıllarca Saddam'ın gazabını çeken bu grubun Saddam sonrası Irak'tan beklentilerini çözmek için hep o mahallelerde dolaştım. Özellikle de savaştan hemen sonraki aylarda. Şiilerin camilerine gittim, evlerine misafir oldum, kara çarşaflı kadınlarla oturup hayatlarını gelecekten ne beklediklerini konuştum. Ve daha önce görmediğim bir dünya görüşü; tatmadığım bir kültür ve eşi benzeri olmayan bir mağduriyet duygusu gördüm Iraklı Şiilerde. Şiiler tüm dünyanın kendilerine kötülük yaptığını, kimsenin kendileri kadar talihsiz olmadığını düşünüyor. Sokaktaki insanlar Hazreti Ali'den bu yana kendilerine hep haksızlık yapıldığını anlatıyor; bu isyan duygusunu sanki Hazreti Ali birkaç gün önce öldürülmüş gibi taze ve diri bir biçimde yaşıyorlardı. O tutku seliyle her yıl Aşure'de kendilerini kırbaçlayıp eziyet etmekten çekinmiyorlardı Ülkeleri bölen, yüzyıllarca birlikte yaşayan insanları gırtlak gırtlağa getiren şey, bir tarafın diğerine kıyasla daha mağdur hissetmesi, bu mağduriyetinden yola çıkarak belli haklar talep etmesi, bu hakları elde etmek için gerektiğinde şiddet kullanmayı meşru görmesidir. Bu Irak için ne kadar doğruysa Türkiye ya da Fransa için de o kadar doğru. (Felsefeci Nietzche'nin mağduriyet ve haset duygularını insanoğlunun en banal, tarihe en zararlı duygu olarak görmesi boşuna değil. Yeni nesillerde "Sana haksızlık yapılıyor" düşüncesinin yerleşmesine izin veren ülkeler, kendi "felaket" lerini de hazırlamış oluyorlar.) Korkarım dün yaşanan facia, Iraklı Şiilerin "mağduriyet" duygusunu iyice körükleyecek, anayasa konusunda uzlaşının "tek çözüm" olduğu bu ülkede siyasi süreci iyice tıkayacak. Ülkedeki işgal ve terör sorununa karşın, Güney komşumuzun geleceği, mevcut anaysa taslağının kabul edilmesine bağlı. Türkiye'den yapılan yüzeysel değerlendirmeleri bir kenara bırakırsanız, anayasa hazırlama çalışmaları, Şii, Sünni ve Kürlerin de dahil olduğu gruplar arasında ilginç pazarlık sonunda gerçekleşti. Iraklılar siyasette alver yapmayı, istediklerini yaptırmak için silaha sarılmak yerine pazarlık masasında tavizde bulunmayı öğreniyor. Anayasanın bir çok sakat yönü var; ama başarılı yönleri de var. Bir defa ilk kez bir Arap ülkesinde insanlar oturup kendi anayasalarını yazdılar. İlk kez İslam ve geleneklerle, demokrasi ve kişi hak ve özgürlükleri arasında denge kurmaya çalıştılar. İlk kez kadınların sorunlarını, haklarını tartıştılar. İlk kez lobi yaptılar, kazandılar, kaybettiler. Ve en önemlisi, tüm bunları yaparken, "Iraklı üst kimliği" çerçevesinde hareket etme çabası içinde oldular. Ama bazen ufak olaylar büyük sonuçlar doğurur. Irak'ta da dünkü facianın siyasi faturası, ürkütücü boyutlara varabilir. Korkum, 648 kişinin ölümüyle şahlanacak Şii öfkesinin, hassas dengeler üzerinde giden siyasi süreci, bir daha toparlanamayacak biçimde sarsması. Çünkü mağduriyet duygusu, toplumları bölen yegane his.
|