|
|
|
|
Hiç kimse benim kitabımı beğenmek zorunda değil
Ben eleştirilerden ders çıkaran bir insanım. Boşa yazılmış tek bir satırım bile olmadığını düşünüyorum. Şehirli kadın, kocasına "Neden bana mutfak robotu hediye ettin" diye sinirlenecek kadar şımarık. Bir yazarın kitabıyla Kürt sorununa çözüm getireceğini düşünmesi budalalık olur. Çözüm politikacılarda. Güzel kadınların bahtları pek açık olmaz. Hele bir de bekar veya boşanmışsa, tehlikeli bulunur.
Boşa yazılmış tek bir satırım bile yok
Yeni romanı "Bir Gün" de kendi deyimiyle "yine bir sosyal soruna" parmak basan Ayşe Kulin, kitabı hakkında yöneltilen olumsuz eleştirilere kulak asmıyor.
Adı Aylin'le edebiyat dünyasında hızlı bir çıkış yakalayan, o günden beri de kitapları çok satanlar listesinde yerini alan Ayşe Kulin, iyi yazıp yazmadığına okuyucunun karar verdiğini söylüyor. Hayatı hep çok çalışıp çocuklarına bakma telaşı içinde geçen Kulin, bugün en çok sevdiği şeyi yaparak, yaşamını yazarak sürdürebildiği için çok mutlu.
* Kürtlerle ilgili bir şey yazmak nereden aklınıza geldi? Aslında amacım Leyla Zana'yla karşılıklı oturup konuşmak ve hayatını dinlemekti ama bunu başaramadım. Bunun üzerine de bir kurgu karakter yarattım ve romanı böyle yazdım.
* Neden bir başkası değil de Leyla Zana? Bunca zamandır birlikte yaşayan, hayatları neredeyse iç içe insanların yıllardan beri sürdürdüğü bu kavgayı hiç anlayamadım. Ve iki kadın bunun nedenini karşılıklı irdeleriz, dertleşiriz, içimizdekileri boşaltırız diye düşündüm. Kadınlar çok daha farklı düşünüyor çünkü erkeklerden. Kadınlar öncelikle bir anne ve evlat acısı başka hiçbir şeyle ölçülmeyecek kadar acı bir şey hayatta. O yüzden kadınlar daha uzlaşmacı, erkekler öyle değil. Hele hele bazı bölgelerde silahla, tüfekle sorunları kökten halledebileceklerini zannediyorlar. İstiyorum ki kadınlar da bir çözüm üretmek üzere bir araya gelsin, görüşsün.
* Siz Leyla Zana'yla oturup konuşabilseydiniz, bir çözüm getirebileceğinize inanıyor muydunuz? Bir yazarın, kitabıyla bir çözüme ulaşacağını umması budalalık olur. Bunu ancak politikacılar, toplumbilimciler yapabilir. Yazar sadece yazar, irdeler... Ben de bunu yaptım. Kendimi karşımdakinin yerine koymaya çalıştım. Her iki taraf da çok acı çekti çünkü. Zaten bu roman bir çözüm olsun diye yazılmadı, roman olsun diye yazıldı. ELEŞTİRİLER BENİ KAMÇILIYOR
* Daha önceki kitabınız "Kardelenler"de de kız çocuklarının eğitimi üzerinde durmuştunuz, sizce eğitim Doğu'nun birinci sorunu mu? Herkes böyle düşünmeyebilir ama bence Türkiye'nin asıl sorunu ne işsizlik, ne IMF, ne de Avrupa Birliği... Temel sorun eğitimsizlik. Biz kızlarımızı, insanımızı eğitmiyoruz. Eğitim sisteminin baştan aşağı değişmesi lazım. Ben doğru düzgün eğitim vermeden sadece Kürt sorununu değil, hiçbir sorunu çözemeyeceğimizi düşünüyorum. "Ben vergi vermem" zihniyeti oluşmuşsa bir ülkede, bunun da nedeni eğitimsizliktir. İnsanların sadece okuyup yazması değil, kafasının değişmesi gerekli.
* Güneydoğu gezileriniz tanıdığınız kişiler dışında, hayatınızda hiç romandaki gibi Kürt arkadaşınız, dostunuz oldu mu? Ben İstanbulluyum, sonra babamın işleri nedeniyle uzun yıllar Ankara'da bulundum. İstanbul- Ankara ekseninde hiç Kürt arkadaşım olmadı ama babamın çok arkadaşı vardı. Ben insanlara hiç alt kimlikleriyle bakmadım.Örneğin geçtiğimiz hafta Jack Deleon'u kaybettik. Jack benim çok eski bir arkadaşımdı ama onun Musevi olması beni hiç ilgilendirmedi. İnsanları alt kimlikleri ya da dinleriyle değerlendirmem ben.
* Kitabınıza getirilen olumsuz eleştiriler de oldu. Örneğin sizin için "O bir pop yazar, Kürt meselesini yazmak onun işi değil" diyenler var... Ben eleştirilerden ders çıkaran bir insanım. Kitabımı dikkatle okuyan, değer verip vakit ayıran herkese teşekkür ediyorum. Benim yazdıklarımı beğenmemiş olabilirler, ben de onların yazdıklarını beğenmedim. Ayrıca bilakis beni kamçılıyor bunlar ve daha da çok sosyal sorunlara parmak basmak istiyorum. Ben boşa yazılmış tek bir satırım bile olmadığını düşünüyorum. Şimdi bir kitabım daha var o da sosyal bir sorunu konu alıyor. Üzülüyor muyum derseniz, elbette her yazar beğenilmek ve çok okunmak ister. Sonuçta büyük bir emek ve zaman harcıyorsunuz. Ama tabii hiç kimse mecbur değil Ayşe Kulin'in kitaplarını beğenmeye.
* Bir roman yazmak ne kadar zamanınızı alıyor? Ben her işimi çabuk hallederim. Çok erken uyanırım. Hızlı hareket ederim, yemeğimi bile çabucak yaparım. Son kitabımı geçtiğimiz nisan teslim etmiştim, hemen arkasından "Bir gün"e başladım ve şimdi piyasada.
* Romanda şehirli Nevra ve Doğulu Zelha'nın kadınlık hikayeleri anlatılıyor. Ve çokluk içinde büyüyenin hali, yokluk içinde büyüyeninkinden daha acıklı bence... Siz ne dersiniz? Türkiye'de çalışan kadının durumu da çok zordur. Orada da çalışan her kadın gibi sorunları olan, hayattan çok şey isteyen, kocasından romantizm bekleyen ama bunu bulamayan biri var. Adam herkesin mumla aradığı cinsten biri aslında; çok iyi niyetli, karısına bağlı ama kadın ruhunu okumayı bilmiyor... Romanda da görüyoruz ki şehirli bir kadının beklentileriyle, aşiret kadının beklentileri arasında çok büyük uçurumlar var. Biri gerçekten "yumruk altında" ezilmiş bir kadın, diğeri ise kocasına "Neden bana mutfak robotu hediye ettin" diye sinirlenecek kadar şımarık! Gerçek acıyı ve zorluğu bilmediğiniz zaman, bir mutfak robotuna sinirlenebilirsiniz.
KADINLAR ÇOK ŞEY İSTER
* Günümüzde romandaki Nevra gibi; çalışan, anne olan ama eşinin kendisini hiç anlamadığına inanıp sevgiyi başkalarında arayan çok kadın olduğuna inanıyor musunuz? Hayat 50 yaşından sonra oturuyor. Yokluk içinde veya varlık içinde mutsuz olan çok kadın tanıdım ben. Çalışan, eğitimli, şehirli kadın gerçekten ne istediğini ancak 50'sinden sonra fark ediyor. 30'lu yaşlar çok erken bunun için, çünkü o yaşlarda kadın çok şey istiyor. Ve sahip olamayınca da büyük hayal kırıklıkları yaşıyor. Sonra durulma anı geliyor. Akıllanıyor, neyin yanlış, neyin doğru olduğunu biliyor. Benim en çılgın arkadaşlarıma bile o yaşlardan sonra bir sükunet geldi, inanın.
* Siz mutlu muydunuz genç bir kadın olarak? Mutlu olup olmadığımı dahi sorgulayacak vaktim yoktu çünkü hayatımı kazanmak zorundaydım. Çocuklarıma para yetiştirmek için sabahlara kadar çalışıyordum. TRT'de çalışıyordum, çeviri yapıyordum... Sahne yapımcılığı yaparken film işleri, çekimler sabaha karşı biterdi. Yatağa yattığım zaman kemiklerim sızlardı yorgunluktan. Ama bir taraftan da gençtim, eğlenmeyi çok severdim. Arkadaşlarla davetlere gitmeyi, barlara takılmayı, akşam yemeklerini de kaçırmak istemezdim. O günlerde o tempoya nasıl dayanmışım gerçekten bilmiyorum. Şimdi beni üç gün üst üste o şekilde yaşatsanız kesin ölürüm!
* Kitaptaki iki kadın güzel kadınların hep şanssız, çirkinlerin ise şanslı olduğunu konuşuyorlar kendi aralarında. Sizce güzellik gerçekten şans getirmiyor mu insana? Evet, güzel kadınların bahtları pek açık olmaz. Bir kere böyle bir deyiş bile var, "Allah çirkin şansı versin" diye. Gerçi çirkin insan yoktur ama onlar kocasını, arkadaşlarını elde tutmak, hayata tutunmak için daha çok çaba harcıyor. Ama öteki hazıra konmuş gibi görüyor kendini ve takdir etmeyi bilmiyor bazen. Bu sefer de mutsuz oluyor. Bir de çok güzel kadınların bir yalnızlığı oluyor. Hele bekar veya boşanmış bir kadınsa, tehlikeli bulunuyor. Kısacası güzellik biraz başa beladır. Eğer şanslı değilseniz, bir faydası olmuyor insana.
* Siz şanslı mıydınız? Bugün elimdekilere baktığım zaman kendimi şanslı addetmeliyim. Çok şükür çocuklarım var, torunlarım var, hepsinin sağlığı yerinde... Onları yetiştirmeyi başarabilmişim. Ayrıca çok severek yaptığım bir işim var. Onun için bir şikayetim yok.
İlknur K. Akman
|
|
|
|
|
|
|
|
|