| |
Köktencilerle savaş
Önümüzdeki haftalarda emniyet ve istihbarat görevlileri Atatürk Havalimanı'nda Fransa'nın sınırdışı ettiği birkaç imamı teslim alacaklar. Geçen yıl Türkiye'ye gönderilen Mithat Güler ve Ömer Öztürk gibi, Metin Kaplan çizgisindeki imamlar. Çünkü Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, "Şiddet ve köktenciliği teşvik eden imamlara karşı sıfır hoşgörü" uygulayacağını açıkladı. Ardından da Emniyet Genel Müdürü Michel Gaudin, Fransa'daki 1500 kadar caminin en az 40'ının radikallerin denetiminde olduğunu, bunların çoğunda Kuzey Afrikalı imamların görev yaptığını, ikinci sırayı Türk dinadamlarının aldığını duyurdu ve ekledi: "Ülkemizin ve cumhuriyetin değerleriyle, demokrasiye saygıyla bağdaşmayan niyetler taşıyan herkes Fransa'dan uzaklaştırılmalı." Dahası, camilerin ve derneklerin yanı sıra Müslüman kasapların, bakkalların, manavların, büfelerin, dönercilerin, kitapçıların da sürekli gözetim altında tutulması kararlaştırıldı. Fransa'nın sol çizgideki önemli dergisi Le Nouvel Observateur'un genel yayın yönetmeni Jean Daniel, Avrupa'daki bu derin kuşkunun günlük yaşama etkilerini şöyle anlattı yazısında: "Artık metroda veya otobüste yanınıza bir Arap oturduğunda ürperiyorsunuz. Bu korku kaçınılmaz olarak negatif ayrımcılığa götürüyor. Örneğin, bir Müslüman'a işiniz düştüğünde 'Kafasından kimbilir neler geçiriyor' diye düşünüyorsunuz." Daniel'in yazısının mürekkebi kurumadan, Londra'da yeniden bombalar patladı. Hem de İngiltere Başbakanı Tony Blair'in "Radikal İslam ve kökleriyle mücadele için uluslararası konferans" önerdiği gün. Belki de o öneriye yanıt olarak.
Kim haklı: Bush mu, Blair mi? Uygar dünya dinci terörle mücadelede bir yol ağzında bulunuyor: * Ya Bush'un savunduğu, "Düşmanla düşmanın yöntemleri ve silahlarıyla mücadele" seçeneğine yönelecek. * Ya Blair'in önerdiği, İslam'ın radikal yorumlardan temizlenmesini de içeren çözüm arayışını benimseyecek. Bizce doğrusu ikinci seçenek. İslam'la ve Müslüman dünyayla ilgili tüm yorumların beslendiği, zihinlere önyargı ve nifak tohumları eken Samuel Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" safsatası ancak böyle "İlgili tüm tarafların katılacağı" uluslararası ve uzun soluklu çalışmayla çürütülebilir. Yine ancak böyle bir konferansta sorunun dinler savaşı değil, Müslüman dünyanın yaşadığı, siyasal ve kültürel boyutlar da taşıyan toplumsal kriz olduğu daha iyi görülebilir. Siyasal boyutunda Afganistan, Irak, Çeçenistan ve elbette, hatta en başta Filistin var. Kültürel boyutunda ise Batı'nın kendi değerlerini küresel düzenin temelleri yapma çabası . Bir örnek verelim: El-Kaide'nin şu sıralar Suudi Arabistan'da en güçlü propaganda silahı ne biliyor musunuz; bu ülkenin Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) üyeliğe hazırlanması. DTÖ üyeliği, Batı değerlerine göre düzenlenmiş kurallar gereği, Suudi Arabistan'ın "tüm" ürünlere sınırlarını açmasını gerektirecek. El Kaide bu "tüm"ü şöyle anlatıyor: "Şaraptan viskiye her türlü içki, domuzdan salyangoza kadar İslam'ın yasakladığı her türlü et serbestçe satılacak." Son zamanlarda bazı sağduyulu toplumbilimcilerin vurguladıkları gibi; Batı, gezegenin her yerine kendi değerlerini götürmekten ve tüm toplumları kendi değerleri ve kendi tüketim kalıplarına göre biçimlendirmekten vazgeçmedikçe, köktencilikle mücadeleden sonuç almak imkansız denecek kadar zor.
|