Türk'ün hain üretme şehveti
Erdoğan'ın üç günlük Rusya ve Moğolistan gezisini takibime denk gelen Vahdettin tartışmasına değinme fırsatım olmadı. Dönünce konunun gündemden düşmediğini görünce, fikrimi merak edenlere sunacak mazeretim kalmadı. Esasen tartışmaya katılan yorumcular içinde paylaşabileceğim değerlendirmelerde bulunanlar olduğu için, katkı denememin odak noktası, ' haindi-değildi' tartışmasının da bir kere daha yansıttığı ayrılıkçı karakter. Hani ' hiçbir şey bulamazsa bilmemnesiyle kavga eder' denir ya; tam da öyle, çatışmak için herhangi bir dış etkene hacet yok! Ecevit'in nesine gerekti Vahdettin? Hadi o ömrünün ahirine doğru genelde sağın antika sevgilisi, özelde de Osmanlıcı anlayış sahiplerinin ' soldan gelme muteber tanığı' olmak için bunu keşfetti, ya vatan kurtaran aslanların kükremeleri ne oluyor? - İyi ki böyle dedin de, bize bir kere daha ecdada sövme fırsatı verdin! Biz ki imanımız ve dinimiz gereği ecdattan herhangi birilerine günde en az beş kere hain diyemezsek rahat edemeyiz.
Ayrılıkçı tutku bizde kadim bir özellik demeti. Sanki her birimizi sürekli çatışma arayışına iten ıslah edilemez genler var. Ta Moğolistan'dan Vahdettin tartışmalarını izlerken, tarihi yapanların yaşadıkları topraklarda o muzır genlerin beslendiği iklimi anlamaya çalıştım. Ortalama tarih bilgimiz hepimize aynı şeyi; Türklerin dünya sahnesine çıktıktan sonra sürekli ayrılıkçı davranış ve kalkışmalarla başlarını derde sokup kendi kendilerini dağıttıklarını söylüyor. Fakat kimimiz bu bilgiler sayesinde 16 devlet kurmuş olmakla övünüyoruz, kimimiz de böyle bir veriden ' 16 devlet yıkmışız, bizden adam olmaz' hükmünü çıkarıyoruz. Oysa yarını daha güzelleştirecek ileri bir anlayış geliştirebilmek için neden böyle yaptığımızı sorgulamamız gerekmez mi? Osmanlı'dan önceki son devlet yıkma işimizin üstünden neredeyse bin yıl geçtiği halde yeterli dersleri üretemediğimiz ortada. Osmanlı, daha önceki bölünmelerin dersini almaya çalışmış ve hanedan rekabetini ortadan kaldırmak için acımasız bir çözüm üretmiş ama bu da iç fitneleri çözmeye yetmemiş. Cumhuriyet de ayrılıkçı genlerimiz konusunda herhangi bir hesap yapmadığı için dış kaşıma ile ortaya çıktığı günden bu yana bölücü fitneye karşı sadece fiziki yöntemle geçici tedbirler düşünüp geliştirebilmiş. Enver bey, Bingazi'de yaralandığı güne kadar beraber olduğu Mustafa Kemal ve diğer kahraman arkadaşlarıyla Trablusgarp destanını yazarken bir mektubunda aşağı yukarı aynı cümlelerle şöyle bir kayıt düşer: - Biz direnişi başlatana kadar birbirlerini yiyen Arap aşiretleri şimdi bütün o hesapları bir kenara atmış, komutamız altında kusursuz bir disiplinle tek-vücut olarak düşmanın üstüne gidiyorlar. Enver beyin bu gözlemi, Turan rüyasında yaşayacağı derin hüsranın herhalde en önemli sebebi olmuştur. Paşa, Çarlık sonrası komünistlerin esir toplumlara özgürlük lütfedeceği yolundaki umudunu yitirip Türk dünyasını direnişe yöneltmek istediği zaman Arap aşiretlerinin sergilediği hızlı bütünleşmeyi kendi soydaşlarından da bekliyordu. Oysa soydaşları böyle davranmadılar. Düşmanla savaşırken birbirleriyle de boğazlaşmaktan vazgeçemediler. Zaten öyle olmasaydı çağdaşı Batı ordularına göre hayli ilkel olan Çar birlikleri sadece 25 yıl içinde koskoca Türkistan'ı lokma lokma yutmayı becerebilir miydi?
Hâlâ değişen bir şey yok. Türklerin olduğu yerde ikilik çıkarmak için yeryüzünün en amatör fitnecilerinden bir adedi dahi kafi gelebilir. Hain üretmede de çok mahiriz, sadık dost üretmede de. Ayrıca ürettiğimiz hainden dost yapmada, bağlandığımız sadık dosttan hain keşfetmede de eşimiz yok. Çok çabuk savaşabilir, çok çabuk barışabiliriz. Peki neden böyleyiz? Bu ayrılıkçı karakter sadece kan ve gen meselesi mi? Acaba binlerce yıl çok az değişerek günümüze ulaşan ' töre'nin ciddi şekilde sorunlu olan bir vadisine girmekten korkuyor muyuz? Bu kolay dövüşen ve kolay barışan yapımız kanaatimce, töremizin en keskin yargılarını oluşturan bağımsızlık duygusundan besleniyor. Bağımsızlık duygusu bizi çabucak ayrılıkçı yapıyor. Bağımsız yaşamanın zorlukları da kolayca barışabilir olmamızı sağlıyor. Lakin bu tahlilimi bozan bir gerçeklik var: Ne hikmetse batılılaşma sürecinden bu yana oluşan ve Cumhuriyet'te de devam eden genel muhafazakar-devrimci kutuplaşmasında muharebeler çok kolay başlıyor da, barış ne hikmetse bir türlü gerçekleşemiyor. Sadece zaman zaman kısa süreli ateşkesler olabiliyor, o kadar.
|