| |
Savaş kültürü
Kişisel olarak, terör ve şiddet haberlerinden etkilenmemeye gayret ediyorum. Şiddetin tuzağına düşmemeye, istedikleri psikolojiye girmemeye çalışıyorum. Şiddet, bizim korkmamızı, paniklememizi, bir şekilde etkilenmemizi istiyor. İşte son olarak, Londra' yı vurdu. Hedef ne idi? Metroda sabahleyin işine gitmekte olan zavallı masum insanları ortadan kaldırmak mıydı? Hayır. Şiddetin masum insanlarla bir alıp veremediği yok. Şiddetin istediği tek şey, ses getirmek, gündeme oturmak ve kendisinden söz edilmesini sağlayarak, varlığını sürdürmek . Bu yüzden işte, " şiddet "i mümkün mertebe kendi gündemime sokmamaya çalışıyorum.
Bu kişisel taktiğimin altında yatan başka bir analizim daha var. Bugün dünyada yaklaşık 300 bölgede yerel savaşlar ve şiddet çatışmaları devam ediyor. Dünya barışından hâlâ çok uzağız. Özellikle İslam coğrafyasında hüküm süren şiddet ve terör olaylarına karşılık, Batı Alemi nispi bir huzur ve sükunet içindeydi. Fakat dünya terörünün en önemli üslerinden biri haline gelen Bin Laden odağı, Batı Alemi'nin huzurunu bozmayı temel strateji haline getirdi. O halde soralım: Dünyanın dev devletleri, niçin terör ve şiddetin kökünü kazıyacak bir işbirliği ve güçbirliğine gitmiyor? Çünkü dünya devletleri henüz bir dünya barışı fikrinde buluşmuş değil. Fotoğraf şudur: Devletlerin kendi çıkarlarına yönelik hesapları, barış fikrini öteliyor. Çünkü, çeşitli devletlerin, barışın ötelenmesinden çıkarları var. Suların bulanık kalması gerekiyor ki, rahatça balık avlanabilsin. Bu durumda, devletlerin, terör ve şiddet odaklarının varlığından yararlandıklarını söylemek abartma olmaz.
Dünyada halihazırda neredeyse alenen görülebilecek bir devlet-şiddet ittifakı varsa, "sivilizasyon"un içine sürüklendiği trajediyi oturun bir düşünün. Ben, belki tamamen bilinçli ve planlı bir şekilde olmaksızın, belki de yüzlerce yılın el alışkanlığı olarak devlet-şiddet ittifaklarının, bu ittifakı bir hegemonya aracı gibi gördüklerini ve sivil halkları boksör torbası gibi kullandığını düşünüyorum. Bir farkla... Devletler kalıyor, şiddet ve terör odakları sürekli olarak değişiyor.
İnsanlığın en eski kültürü, ne yazık ki hâlâ devam etmekte olan "savaş kültürü"dür. Milattan sonra 50 yılında Romalılar'ın Roma'da inşa ettikleri dünyanın en büyük hipodromunda gladyatörlerle atlı arabalar birbirleriyle yarışıyorlardı. İnsanlar aslanlarla boğuşturuluyordu. Yılda ortalama 50 savaşçı yarışçı hayatını kaybediyordu, Romalı plebler de bu kanlı yarışları seyrederek, bahis oynuyorlardı. Şimdi ise dünya, kocaman bir şiddet hipodromuna döndü. Bir zamanlar, büyük "önder" Mao Zedung'un peşinden uzun yürüyüşe katılmış çıplak ayaklı komünistlerin çocukları da artık, 100 dolar fazla kazanabilmek için tekstil fabrikalarında ömür çürütüyorlar. Bir savaştan başka bir savaşa... Savaş sanki insanoğlunun kaderi.
"Dünyanın dev silah şirketlerinin yıllık cirosu nedir" diye çıkıp sorsanız, size embesil gözüyle bakarlar. Binlerce şiddet piyonundan biri, farkında olmadan bilincine saplanmış o "savaş kültürü" ile beline bombayı bağlayıp, "direniş" sürdürürken, ne ölümüne sebep olduğu çocukların acısını hisseder, ne de elinde tuttuğu silahın kime kazanç yazdığına bakar. Ne, dev inşaat şirketlerinin Irak'ı yeniden inşa etmenin bilanço kârlarını hesaplamakta olduğunun; ne de dev petrol şirketlerinin pompayı nereye sokacaklarını düşünmekte olduklarının bilincindedir. İnsanoğlunun içine düşürüldüğü en büyük bataklık, ne bir zamanların Vietnam bataklığı, ne Irak bataklığı ne de Afganistan'dır. Biri biter, diğeri başlar. İçine sürüklendiğimiz en eski bataklık, savaş kültürü bataklığıdır!
|