| |
Zor viraj geçildi
Brüksel'de dün AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Türkiye'yle Müzakere Çerçeve Belgesi'ni açıklamayı iki saat kadar geciktirince -çoğunuz gibi- bizim de yüreğimiz ağzımıza geldi. Çünkü koşulların daha da sertleştirilmesini isteyen bazı Komisyon üyelerinin son dakikaya kadar pes etmeyecekleri biliniyordu. Nitekim öyle oldu; ama sonunda sağduyu ve ahde vefa kazandı. Rehn, görüşmelerin ne kadar çetin geçtiğini "AB sözlerini tutar, kararlarından dönmez" ifadesiyle açığa vurdu. Masaya oturmak için gerekli kriterlerin 1 Haziran 2005 tarihi itibariyle tamamlandığı, geriye yalnızca gümrük birliği ek protokolunun imzalanmasının kaldığı, Ankara'nın o konuda da taahhütte bulunduğu belirtilen bu belgeyle, Türkiye'nin 17 Aralık sonrası sürecin en zorlu virajını aştığı duyurulmuş oldu. Elbette artık ezberlediğimiz o uyarılar her sayfada tekrarlandı: "Ortak hedef Türkiye'nin AB üyeliği olmakla birlikte müzakereler ucu açık yapılacak ve sonucunda üyelik garanti edilemeyecek. Müzakere süreci uzun ve zorlu geçecek. Türkiye, Kopenhag kriterlerine uyum göstermezse, müzakereler askıya alınacak. Vs, vs..." Bunların hepsi zaten 17 Aralık Brüksel zirvesi sonuç bildirisinin Türkiye paragraflarında aynen yer alıyordu. Hiç önemli değil; Türkiye o engellere de takılmadan uzun Avrupa yürüyüşünde hedefe adım adım yaklaşmaya devam edecek. Zaten karşıtlar da bunun farkındalar; "Türkiye'yle masaya oturunca geri dönüş olmayacak. Ucu açıklık, askıya alma gibi güvenceler de içi boş laflar olarak kalacak" demeye başladılar.
Tartıştıkça sisler dağılacak Dahası AB ülkelerinde gerek birliğin geleceği, gerekse Türkiye'nin olası üyeliği tartışıldıkça (Komisyon ve yarın dönem başkanlığını devralacak İngiltere'nin öncelikli gündem maddesi olacak) bu karşıtlığın ve direncin etkisini yitireceğine inanıyoruz. Bunun belirtileri ortaya çıkmaya başladı bile. Avrupalı liderler Fransa ve Hollanda referandumlarındaki şokun "dış" değil "iç" etkilerden kaynaklandığını daha yüksek sesle söylemeye başladılar. Hatta AB projesine halkların yabancılaşmasında en büyük günahın hükümetlerde olduğu itirafları bile yapılıyor. Örneğin Fransız hükümetinin hazırlattığı raporda, "Halka AB'yi anlatamadık. Sadece referandumlarda ya da AB Parlamentosu seçimlerinde hatırlatabildik" deniliyor. Sonra da AB ile halkı bütünleştirmek için 40 öneri sıralanıyor: İlkokuldan itibaren AB'nin anlatılmasından öğretmenlerin eğitilmesine, AB Olimpiyatları'ndan devlet binalarında Fransız bayrağının yanına AB bayrağı da asılmasına, kamu görevlilerinin terfisinde AB konusundaki bilgilerinin de bir ölçü sayılmasına kadar... AB Komisyonu da buna paralel olarak Türkiye'de AB'yi, AB'de de Türkiye'yi "halklara" anlatmayı amaçlayan uzun soluklu program hazırlıyor. Bunun günlük yaşamımızda ilk olumlu etkisi ne olacak biliyor musunuz; AB ülkelerinin büyükelçiliklerinden yakın bir gelecekte, herhalde 3 Ekim'den kısa bir süre sonra daha kolay vize alınabilecek. Komisyon, "Türk halkının gözünde AB'nin saygınlığını artırmak için bunu yapmak zorundayız" uyarısını gerekli yerlere iletti bile. Ama biz yine de liderler zirvesi ve Meclis'te genel görüşme önerimizde ısrar ediyoruz. Ali Babacan ve ekibi müzakereleri yürütürken masaya Angela Merkel ve Nicolas Sarkozy'nin gölgeleri düşerse, sadece hükümetin değil, tüm ulusun ortak iradesinden güç almaları, ellerinde de bu ortak iradeyi yansıtan bir yol haritası olması için...
|