Yola devam
2025 yılı civarında dünyanın sınai üretiminin yarıdan fazlası Asya'da gerçekleştiriliyor olacak. Dahası, ABD ekonomisi kendini borç yüklerinden kurtaracak gerekli adımları bir an önce atmadığı taktirde Amerikan ekonomisinin göreli gerilemesi hızlanacak. Bu durumda ise yine 2025 yılı civarında Çin ekonomisinin dünyanın en büyük ekonomisi olması bekleniyor. Bu gelişmelerin dünyada başta enerji kaynakları paylaşımı ve çevre sorunu olmak üzere pek çok konuda sorunlu bir dönemi de beraberinde getireceği açık. Ancak yapısal unsurlardan beslenen bu gelişmeyi durdurmak da mümkün değil. Asya'nın meydan okumasına bir şekilde tüm dünyanın karşılık vermesi gerekecek. Tony Blair, 23 Haziran'da Avrupa Parlamentosu'nda yaptığı tarihi konuşmada böyle bir gelecek perspektifinden AB'yi değerlendiriyordu. Küresel kapitalizmin rekabetçi koşulları altında AB ve üye ülkelerde yaşayan vatandaşların bugünkü yaşam standartlarını muhafaza etmesi için köklü değişikliğin şart olduğunu vurguluyordu. Sunduğu programın bazı yönleri tartışma ve eleştiriye açık olsa bile Mehmet Altan'ın analizlerinde vurgulandığı gibi ciddi bir temele yaslandığına kuşku yok. Geçen yıl AB'nin ithal ettiği Çin mallarının yüzde 25'i yüksek teknoloji mallarıydı. Bugüne dek yüksek teknoloji mallarında dünya ticaretinde önde giden ABD bu yıl bu ürünlerde bile dış ticaret açığı verecek. Dünyanın en yüksek teknolojiyi üreten firması İntel bundan sonraki üretimini ABD dışında yapacağını açıkladı.
Bedel ödemeye hazır değil Kısacası bilginin, uzmanlığın, birikimin ve kurumların göreli zayıflığı artık azgelişmiş ülkelerin düşük katma değerli ürünlere mahkûm kalmaları anlamına gelmiyor. Bilginin edinilmesindeki demokratikleşme, çağın iletişim, ulaşım, finansman imkânları dünya piyasalarındaki rekabetin niteliğini değiştiriyor. Bu nedenle Blair, Hindistan üniversitelerinden her yıl AB'den daha yüksek sayıda mühendisin mezun olduğunu söylerken önemli bir uyarıda bulunuyordu. AB'nin dünyanın en rekabetçi ekonomisi haline gelme kararı üzerinden 5 yıl geçtikten sonra bu hedefe yaklaşıldığını söylemek mümkün değil. Ancak yine kuşku yok ki AB'nin küresel kapitalizm içinde rekabetçi bir ekonomiye sahip olması aynı zamanda hayli zorlu dönüşüm demek. Elde edilen hak, imtiyaz ve kolaylıklardan feragat etmek gündemde. Böylesi bir bedeli ödemeye kimse kendiliğinden hazır değil. Bu gidişten kaçmanın yarattığı rahatsızlık ve öfke ise Avrupa'nın şeytanlarını canlandırarak ırkçı, dışlayıcı söylem ve eylemlerle siyasete taşınıyor.
Amaçları dikkat dağıtmak Çapsız ulusal siyasetçiler açısından da AB toplumlarını zorlayan bu konuları tartışmaktan kaçmanın kolay bir yolu, İslam korkusunu da kullanarak Türkiye'ye yüklenmek. Referandumlarda hayır çıkmasının asıl nedeni Türkiye değilken, biteviye bu konunun gündemde tutulması dikkatleri köklü ve zor meselelerden kaçırma çabasından başka bir şey değil. Bugünkü cinnet ortamı geçtiğinde hem ekonomik büyüme dinamikleri açısından, hem de stratejik hesaplar açısından AB'nin Türkiye'yi öyle kolayca dışlayamayacağı da anlaşılacak. Müzakere çerçevesinin içeriğiyle ilgili haberler en azından Avrupa Komisyonu'nun bu gerçeği anladığını gösteriyor. Bu durumda Türkiye'ye düşen, küresel kapitalizmin baskıları karşısında benzer sorunları paylaştığı AB ile uyumlu olarak kendi gerekli dönüşümünü sürdürmek. Sinirini bozacak provokasyonlar karşısında soğukkanlılığı elden bırakmayıp kimseye eyvallah etmeyeceği bir güce erişmek. O konuma gelmiş bir Türkiye'nin ise hem ekonomik, hem stratejik seçenekleri çeşitlenecektir.
|