|
|
|
|
|
Jane Fonda'nın dönüşü
|
|
Çiçek çocukluktan eylemciliğe, Fransız usulü seksilikten medya patronluğuna, aerobik kraliçeliğinden yazarlığa hemen her şeyi denemiş, çağımızı en iyi simgeleyen kadın figürü.
Sinemadan kopan büyük starlar genelde geri dönmediler. Bu olağanüstü mesleğin yorucu, yıpratıcı, hatta yok edici yanını iyi tanımış olanlar, buna asla cesaret edemediler. Örneğin Greta Garbo'nun "dönüşü" yıllar boyu beklendi ama asla gerçekleşmedi. Elbette istisnalar oldu. 1930'ların çifte Oscar'lı oyuncusu Luise Rainer, 1943'de perdeyi bıraktıktan tam 54 yıl sonra "Kumarbaz" filmiyle dönüş yaptı. Yine 1930'ların sevilen yıldızı Gloria Stuart, 1940'larda perdeyi bıraktı, 1980'lerde bir filmde oynadı. 1997 yılında ise "Titanik"teki yaşlı kadın olarak döndü ve 87 yaşında bir Oscar adaylığı aldı! Evet, örnekler var. Ama Jane Fonda'nın öyküsü yine de çok farklı. Çünkü o nisbeten yakın, çoğumuzun hatırladığı bir dönemin yıldızıydı. Tam 1960'da başladığı sinemayı 30 yıl sonra, 1990'daki son filmi "Stanley ve İris"le bıraktı. Ve 15 yıl sonra "Vay Kaynana Vay" filmiyle parlak biçimde döndü. Ama asıl arada olanlar önemli. Tüm diğer oyuncuların tersine, Fonda'nın sinema dışı etkinlikleri de neredeyse filmleri kadar ilginç. Ve belki onun kadar çağını yakından izlemiş, çok farklı dönemler yaşamış ve hem etkilenip hem de etkilemiş başka star oyuncu yok. Büyük oyuncu Henry Fonda'nın 1937 doğumlu kızı, aktör Peter Fonda'nın 2 yaş büyük ablası ve Bridget Fonda'nın halası dünyaya geldiğinde, babası Bette Davis'le "Jezebel" filmini çektiği setten koşarak gelmiş ve film iki gün tatil edilmişti. Annesi, sosyetenin gözbebeği Frances Seymour, o çocukken intihar etti. Bu acı olay uzun süre genç kızından saklandı. Çocukluğunda eline geçeni ağzına atan tombiş bir kızdı. Ama daha sonraları sadece sigara, kahve ve çilekli yoğurtla yaşamasını öğrenecekti.
ÇOK ÇABUK YÜKSELDİ Jane önceleri modelliği seçmişti. Ama ünlü tiyatro adamı Lee Strasberg'le tanışınca, onun kurucusu olduğu Actor's Studio'ya gitti. Ve 1960'da "The Tall Story"yle sinemaya adım attı. Çabucak yükseldi demek abartılı olmaz. "Vahşi Yol", "New York'ta Bir Pazar", "Cat Ballou" derken, 60'larda en parlak dönemini yaşayan Fransız sinemasından Roger Vadim'le tanıştı ve onun "La Ronde- Aşk Zinciri" adlı filminde oynadı. Kadın üstadı Vadim, Amerikalı genç kızın kalbini çelmekte gecikmedi. Elveda Hollywood, ver elini Fransa... Emile Zola uyarlaması "La Curee-Oyun Bitti", derken 1968 yılının o unutulmaz kült-filmi "Barbarella". Fonda artık bacaklarının tümünü gösteren fantezi giysileri içinde uzayda döğüşen bir çizgi-roman kraliçesiydi. Sanki Fransa'da gerçek kadınlığını keşfedeceği dönemdi bu... Ama Vadim macerası bitti. Ve kürkçü dükkanına döndü. "Atları da Vururlar" filmiyle ilk kez Oscar adayı oldu ve 1971'deki "Klute- Fahişe" filmiyle ödüle kavuştu. Arada Rene Clement veya Jean-Luc Godard'ın filmlerinde oynamak gibi hoşlukların dışında, artık yeniden Amerikalı olmuştu. Ama sistem dışı, isyancı ve muhalif bir Amerikalı. Bir tür çiçek çocuğuyla eylemci karışımı... Yeni kocası Tom Hayden'le birlikte Vietnam ve Nixon karşıtı tüm gösterilerde en önde yer alıyor, hatta Vietnam'a gidip Vietkong'ları ziyaret etmesiyle tüm şimşekleri üzerine çekerek basında "Hanoi Jane" ünvanını alıyordu. 1970'te uyuşturucuyla yakalanıp mahkemeye çıkıyor, cezadan ancak yukardan gelen baskılarla kurtuluyordu. Tom Hayden'le evliliği çalkantılar içinde 1990 yılına dek sürdü. O gösterilerden vakit bulup film çevirdiğinde "Julia", "Bir Atlı Geldi", "Dünyanın Kaderi", "Elektrik Atlı" gibi iyi filmler yapıyor, 1978'deki "Eve Dönüş"le Oscar'ını ikiliyordu. Arada tam 5 adaylık daha alarak... Bu arada ilk kez 1981 yılındaki "Altın Göl" filminde babasıyla birlikte olabildi. Yine aday oldu ama ödülü bu kez Henry Fonda alacaktı: Hem de ilk kez...
DİNE DÖNDÜ 1980'lerde Fonda bambaşka bir işe girişti; kadınları aerobik yoluyla formda kalıp zayıflamaya çağırdı. Bu konuda kitaplar yazıp kasetler çıkardı. Ve bu sayede büyük paralar da kazandı. 1990'da hem sinemaya hem de ikinci evliliğine noktayı koydu. Ve yepyeni bir role soyundu: CNN'in sahibi Ted Turner'le evlenerek evinin kadını, daha doğrusu medyanın kraliçesi oldu. Bu evlilik boyunca artık kibar, sosyetik ve zor ulaşılır bir hanımefendiydi. Ne sinema vardı, ne sokak gösterileri... 10 yıl sonra, 2001'de Ted Turner'den de boşandı. Çünkü hayatında yeni bir dönem başlamıştı: İnanç ve din dönemi. Yeniden Hıristiyan oldu ve bunu açık açık ilan eti. Birçok kaynağa göre boşanmasındaki asıl neden buydu. Tüm evliliklerinden toplam dört çocuk sahibi olan sanatçı, 2004 yılında yine iki Oscar'lı oyuncu Sally Field'le birlikte Meksika sınırında kadınlara karşı uygulanan zulmü protesto için yürüyüş yaptı. Demek ki bunca yıl sonra bile, sistem karşıtı yanı tükenmemişti. Ve 2005'te, tam 15 yıl sonra "Vay Kaynana Vay"la yeniden sinemaya döndü. Bir söylentiye göre, başında bulunduğu vakıf için para kazanmak üzere... Ne olursa olsun, bugün 67 yaşında olan sanatçıyı bu filmde izlemek gerçek bir zevk. Görün, bana hak vereceksiniz. Ama o ayrıca, çiçek çocukluktan eylemciliğe, Fransız usulü seksilikten medya patronluğuna, aerobik kraliçeliğinden yazarlığa, isyandan imana hemen her şeyi denemiş bir kadın figürü olarak, sanırım çağımızı tüm çelişki ve oluşumları içinde en iyi simgeleyen kişilik.
|
|
|
|
|
|
|
|
|