| |
|
|
Gerçekten ne olacak bu memleketin hali?
Aktif siyasete girip sorumluluk almayı denemek yerine, tribünlerden sahayı gözleyip "Ne olacak bu memleketin hali" diye kendilerini perişan eden insanların sayısı oldukça fazla. Hep Exupery'nin "Küçük Prens"inin minik bir planette rastladığı ve bir deftere uzaydaki yıldızları kaydeden adamı hatırlıyorum. Küçük Prens "Bu yıldızları deftere kaydedince ne olacak" diye sorunca adam ne cevap verir? - Deftere yazdığım yıldızlar benim oluyor! Böyle durumlar bizim hayatımızda o kadar çok ki. Örneğin devletin çeşitli konularda aldığı ve "Resmi İdeoloji"ye dönüşmüş kararlar var. Bu kararlar alınırken ne halka danışılmış ne de dünyanın değişen koşullarının bu kararları yakın gelecekte havada bırakabileceği hesaplanmıştır. Çeşitli alanlardaki "Kırmızı Çizgiler" bunlara örnek olarak verilebilir. Bakarsınız bu kararlar alınırken ne dedelerine, babalarına, ne de kendilerine hiç danışılmamış insanlar, bu kararlar için kavgalara girer ve bu kararları eleştirenleri "Vatan Haini" ilan etmeye yeltenirler. Kürt Sorunu, Ermeni Sorunu, Kıbrıs Sorunu, Ege Sorunu, Patrikhane Sorunu ve benzerlerine ilişkin "Resmi Pozisyonlar" bunların bazıları. İşin en garip tarafı seçilip tek başına iktidar olmuş siyasi kadrolar da, kendilerini bu kararlara uymak zorunda hisseder. Yani aktif siyasete girip ülke sorunlarını çözme sorumluluğunu göze alan siyasetçiler de, bir bakarsınız siyaseti hariçten gazel okuyarak izleyenlerle birlikte tribünlerde oturup, "Ne olacak bu memleketin hali" şarkısını söylemeyi yeğ tutarlar. Örneğin AK Parti iktidarı seçimi kazandıklarının ertesinde Kıbrıs için Annan Planı'nı kabul edebilselerdi, bugün Kıbrıs Türkleri de AB içinde olacaktı. Bu plan bir yıl gecikme ile kabul edildiği için, Kıbrıs hâlâ "Kriz" konusu olarak duruyor AB yolculuğumuzun üzerinde. Biz köşe yazarlarının konumuna gelince. Kendilerini ülkeyi yönetmekle görevli gören bazılarımız dışında, bizler de siyaseti tribünlerden izlemek durumundayız. Burada ya her gün "Ne olacak bu memleketin hali" diye ağlayabiliriz. Ya da yurt ve dünyanın sadece siyasetten oluşmadığını bilerek, siyaseti de insani faaliyetin bir parçası biçiminde ele alırız. Tabii bir üçüncü yol da, Ankara'dan yükselecek her cümleyi dikkatle izleyip, "Derin Devlet"in fahri sözcülüğünü üstlenmektir. Siz sayın okurlarımızın, biz gazete yazarlarının izledikleri yollardan sürekli hoşnut olmanız tabii ki mümkün değil. Örneğin ben "Bu kötümserlik bizi zorluyor" diye yazdığımda veya siyaset dışındaki yaşam alanlarını işlediğimde, siz sayın okurlardan olumsuz tepkiler de alıyorum. Örneğin Sayın okurumuz Hasan Karabacak şu mesajı göndermiş: - Sn. Barlas, yazılarınız ve diğer tüm yazarlar hep milleti uyutmakla meşgul. TV yayınları, radyolar, dergiler vs.. Hep bu milleti uyuttunuz. Bu millet de hep uyudu. Düşündünüz mü ya uyanırlarsa ne olacak? Sosyal patlama.. Evet bu olacak. En iyisi siz uyutmaya devam edin ve yeter ki sizler iyi yaşayın... Ama mesela Sayın Rahim Küçür ve Sayın Engin Akalın da kötümserlik ve sevgisizlikten benim gibi mutsuzluk hissettiklerini iletiyorlar. Sayın Adnan Akpolat ise düşüncelerini şöyle seslendirmiş mesajında: - Yarınından değil birkaç saat sonrasından bile ümitlerini koparmış bir milletin evladıyız. Hızla yere çakılan bir uçağın içinde hissediyoruz kendimizi, gözlerimizi fena halde kapatmışız ellerimizle ve çakılma anını hayal ediyoruz, o an çekeceğimiz acıyı hayal ediyoruz ve inançlı olduğumuz için ölümden korkmadığımızı, fazla acı çekmeyeceğimizi düşünerek teselli buluyoruz.
|