Üzücü farklılık
Geçen yıl gerçekten bir rüya imiş. O dönemde kendine güvenen bir Türkiye, elindeki yol haritaları sayesinde bile olsa savrulmayan bir hükümet vardı . Reformlar yapılıyor, Türkiye demokrasisini devrin koşullarına uygun hale getirecek adımlar atılıyordu. Dış politikada bu kendine güven iyice ortaya çıkıyor, Türkiye'ye alan açacak hamleler yapılabiliyordu. Kıbrıs gibi önemli bir konuda Türkiye nihayet siyasi ve diplomatik değerlendirmelerinde hep yanılanların çizgisini terkediyordu. Siyaseten doğru analiz yapamayıp, Rumlar'ın Annan Planı'nı kabul edeceklerini savunanlar 2002'de Kopenhag'da, 2003 martındaysa Lahey'de Türkiye'nin Rumlar'ı köşeye sıkıştırma imkânını elinden almıştı. Geçen sene bu da değişti. Hükümet, Kıbrıs'ta retci pozisyonları ancak yalan, hurafe ve iftirayla savunabilenlere rağmen büyük açılımını yaptı. Annan Planı'nı kabul etti. Bugün bile AB'nin verdiği sözleri tutmamasına, Kıbrıs Türkleri'ni ezen ambargonun delinmemesine rağmen uzun vadede geçmişe göre daha avantajlı bir durum söz konusu. Üstelik arada Kıbrıslı Türkler de kendi rüştlerini ispat etti. Kendi çizgilerini belirleyerek Rumlar'ı çok zorlayabilecek bir çizgiye girdi. Tüm tarihi ağırlığına rağmen, tarihin akışını doğru değerlendiremeyen Rauf Denktaş, trajik şekilde kendi toplumuyla ayrı düştü. Şimdi avantajlı oldukları düşünülen Rumlar, aslında AB'nin Aralık Zirvesi'nde istediklerini elde edemedi. Gümrük Birliği ek protokolünün imzalanmasıyla da elde edemeyecekler. Üstelik Gümrük Birliği uygulamasından asıl korkması gereken, Türkiye ekonomisi karşısında direnme şansı hemen hiç olmayan Kıbrıs'ın güneyidir. Rumlar geçen seneki referandumda taksim yönünde irade gösterdikleri için uzun vadede beklentilerinin çok altında bir getiriye de razı olacak. Yeter ki Türkiye soğukkanlılıkla kendi ağırlığının farkında olsun, yaratıcılığının farkında olsun, yaratıcılığını kullanabilsin. Soğukkanlılık ise şu sıralarda gerek seçkinler, gerekse toplum düzeyinde kolay bulunan bir özellik değil. Geçen sene AB ile müzakerelere başlama hedefine kilitlenen Türkiye, dünyanın dikkatini de üzerinde topluyordu. Bu ölçüde köklü bir dönüşümün yaşanabilmesi, üstelik gerçekleşenlerin İslamcı hareket içinden gelen bir parti tarafından yapılması olumlu değerlendiriliyordu. Ne olduysa oldu, 2004 sonunda hedefe varan Türkiye ve hükümeti dağıldı.
Türkiye güvenini kaybetti Ülke devleti ve toplumuyla yakıcı bir kimlik krizinin girdabına giriverdi. Başbakan'ın yetersizlikleri, 17 Aralık Zirvesi'nden olumsuz bir ruh haliyle ayrılması bunda rol oynadı. Hükümetin savrulması nedeniyle siyasette boşluk doğunca da farklı güçler bu alanı doldurmaya başladı. Bugün varılan noktada Türkiye artık kendine güvenen bir ülke değil. Geçen senenin aksine kendi rotasını çizerek hareket edemiyor. Başkalarının hamlelerine tepki veriyor . Bu tepki genellikle duygusal ve Türkiye'yi içe kapamaya yönelik. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye'nin yeniden kendine güvenli bir ülke haline gelebilmesi zaman isteyecek. Gündemde Türkiye'yi sıkan Ermeni soykırımı iddiaları, Öcalan davasının yeniden görülme ihtimali gibi duygusal dozu yüksek sorunlar var. Bunun da ötesinde dış politikada yeni gerçeklere uygun tanımlamalar gerekiyor. ABD ile ilişkilerin hangi zeminde yeniden oluşturulacağına da karar vermek şart. Tüm bunların gerçekleşebilmesi içinse öncelikle içeride yoğun bir tartışmanın yaşanması ve ülkenin her türlü kimliğiyle ilgili belirsizliklerin ortadan kaldırılması gerekecek. Kolay iş değil.
|